Doğumun kontrol altına alınması, nüfusun çoğalmasının
sınırlandırılması, istenmeyen gebeliğin
önlenmesi amacıyla uygulanan ve siyasî, iktisadî, demografik, tıbbî,
ahlâkî, sosyal ve dinî yönleri bulunan bir kavram. Aile plânlaması,
nüfus plânlaması gibi yaygın adlandırmalarla
yapılan doğum kontrolü, eski çağlardan beri
uygulanmasına rağmen, esas olarak ondokuzuncu yüzyılda
Batı Avrupa'da doktrin olarak ortaya atılmış ve
hızla bütün dünyaya yayılmıştır. En eski
eserlerde bile bu konuya dair bilgiler bulunmaktadır. Tarih boyunca
hangi millet veya dinden olursa olsun insanlar, "gebeliği
önleme metodları" üzerinde durmuşlardır. Ancak
yirminci yüzyılda dînî ve ahlâkî bakış açılarının
değişmesi, ve teknolojinin ilerlemesi sayesinde, doğum
kontrol yöntemleri ve araçları bütün kitlelere yaygın bir
hareket haline gelmiş; serî ve çok sayıdaki doğum
kontrol aracı üretimi ve bunların serbestçe satılması
ve alınması, koruyucu hekimliğin gelişmesi,
doğum kontrol ilâçlarının çoğalmasıyla, bu
hareket geniş çapta uygulanır olmuştur.
Çeşitli doğum kontrol yöntemleri gelişip
yaygınlaşmadan önce dinlerde "azl" metoduyla gebeliği
önleme bilinmekteydi. Yahudiler ve hristiyanlar ve sonra da
müslümanlar, istenmeyen gebeliklerin önlenmesinde azl metodunu
uyguluyorlardı. Doğu dinlerinde de azl metodu
uygulanıyordu. (Encyclopedia Britannica, "Birth control",
III, 705; Moye W. Freymann, Encyclopedia Americana, "Birth
control", mad., IV/4-7; Eski Ahit, Tekvin, 22/15-17; Ebu'l-Ala
Mevdudi, İslâm Nazarında Doğum Kontrolü, İstanbul
1967; M. Esad Kılıçer, "İslâm'da Aile Planlaması",
A.Ü.İ.F. Dergisi XXIV, Ankara 1981, 494 vd.; Halil Gönenç,
Günümüz Meselelerine Fetvalar, İstanbul 1983, 176-178).
İslâm dini, kürtajı kesinlikle cinayet olarak kabul
etmiştir. Aynı şekilde, insana zarar verici her çeşit
tıbbî müdahaleyi, kısırlaştırmayı
doğum kontrolünün dışarıdan zorla
yaptırılmasını da yasaklamıştır.
Doğum kontrolü uygulanmasının çeşitli sebepleri
vardır:
1. Güvenlik endişesi, gelecek korkusu, açlık ve yoksulluk
sorunu.
2. Devletin, nüfusun artması veya azalması üzerine, doğumları
teşviki veya sınırlandırılmasını
sağlaması.
3. İstenmeyen gebelikler.
4. Doğumu mümkün en iyi şartlara ertelemek arzusu.
5. Çok çocuğun rahat yaşamayı engelleyeceği,
ancak ekonomik yönden rahatladıktan sonra çok çocuk yapmayı
istemek.
6. Hastalıklar Hastalıkların çocuğa da geçeceği
düşüncesi. AIDS, Verem vs.
7. Cariyenin çocuğu olursa, azad edileceği yani
satılamaması düşüncesi. (Bu sebep, İslâm
hukukunun uygulandığı zamanlarda geçerlidir.)
8. Fazla çocuğun, ibadete ve ilme engel olacağı
fikri.
9. Yeni bir gebeliğin kadın için tehlikeli olması
veya memedeki çocuğuna zarar verme durumu. İslâmî anlayışa
göre, zaruretler ve hastalıklar dışındaki
diğer sebepler anlamsız bulunmaktadır.
Çeşitli doğum kontrol yolları ve araçları
bulunmaktadır, ancak bunların birçoğu kesin olarak
gebeliği önlememektedir:
1. Azl, yani erkeğin, cinsî ilişkiyi yarıda kesmesi.
2. Ritm (takvim) usûlü. Bu usulde, kadının doğurgan
olmadığı tehlikesiz dönemlerinde cima yapılması
gerekmektedir.
3. Ağızdan alınan ilaçlar. Bunların çeşitli
yan etkileri vardır.
4. Prezervatif (kondom, kaput). Spermatozoidlerin dölyatağı
boşluğuna inmesini önlemek içindir. Aynı zamanda son
yıllarda resmen propagandası yapılmış ve çağın
en korkunç hastalığı olan AIDS'e karşı en iyi
korunma aracı olarak sunulmuştur. Ayrıca kadın
kondomları da vardır.
5. Rahim içine konulan aygıtlar. Diyafram, kremler, süpozituarlar,
tamponlar, spiraller.
6. Kürtaj.
7. Kısırlaştırma. 8. Lavaj. 9. Laparoskopi.
Başta azl olmak üzere, bütün bu doğum kontrol araçlarının
çeşitli yan tesirleri ve tehlikeleri mevcut bulunmaktadır.
Hepsi de fıtrata ters olup, doğal birleşmeyi
engellemektedir. Bunlar, orgazmı (doyumu) önlemekte, psikolojik
sinirsel rahatsızlıklara yol açmakta, imtizaçsızlığa
sebep olmakta ve bunalım çıkarmaktadır.
Bunlar, kadının isteği dışında
yapıldığında onun çocuk. sahibi olmasını
engellemekte ve tatminsizliğe neden olmakta; nasıl olsa çocuk
olmayacak fikri yaygınlaşarak kadını fuhşa
teşvik etmektedir.
İslâm dininde "azl" vasıtası ile doğum
kontrolü meselesinde dört büyük imam, cevaz yanlısıdırlar.
Yine de fukaha arasında azl meselesi ihtilâflıdır. Çeşitli
mezheplerde azl için mekruh, caiz, mübah, helâla yakın mekruh,
haram gibi hükümler verilmiştir. Kürtaj ve çocuk düşürmek
cinayet olarak görülmüş; ancak gebeliğin ilk yüzyirmi
günü içerisinde, cenin henüz canlı bir varlık haline
gelmeden çocuğun düşürülebileceğini de caiz görmüşlerdir.
(İbn Âbidin, Terc. A. Davudoğlu, İstanbul 1983, VI 32
vd.; Yusuf Kerimoğlu, Emanet ve Ehliyet, İstanbul 1985, 116;
Melâhat Aktaş, İslâm Toplumunda ve Çağımızda
Kadın, İstanbul 1982, 67)
Azl (kesik cima, meninin kadından
uzaklaştırılması), hakkında Kur'ân-ı
Kerim'de bir beyan yoktur. Hz. Peygamber (s.a.s.)'den bize gelen
rivayetlerde de azl konusunda O'nun açık bir yasaklaması
bulunmamaktadır. (bk. Azl mad.) Bu sebeple azli, cumhur, mübah
olarak görmüştür. Azli mübah görenler onu, zarûrî hallerde
caiz bulmuşlardır. Azle karşı olan alimler ise,
ashabın çoğunluğunun ve bizzat Peygamber'in azle
karşı olduğunu, Peygamber'in azl konusunda soru soranlara
"isterseniz yapmayın" demesinin yasaklamaya daha
yakın olduğunu söylemişlerdir. Kıyas yoluyla
bazı ulema da doğum kontrolü için şunları söylemiştir:
Gazâlî, "Azl, nikâhı terketmek gibidir" der. (Gazâlî,
İhyâu Ulûmid-Din, II, 41 vd.) Caferiye mezhebi, çocuğun
millet ve ana-babanın ortak bir malı olduğunu
belirtmiş zarûret sebebiyle doğum kontrolünde azl yolunu
câiz görmüştür. Dürzîler, ailelerin özellikle fakirlerin az
sayıda çocuk sahibi olmalarının iyilik ve takvaya daha
yakın olduğunu söylemişlerdir. İbn Kudâme, azlin
mekruh olduğunu, onun darü'l-harb'te caiz olacağını
belirtir. İmam Nevevî de, azli ved'e benzeterek, mekruh olduğunu
söyler. İbn Hazm da aynı görüştedir. Mevdûdi doğum
kontrolünün İslâm'la bağdaşmadığını
savunur. O, doğum kontrolünün ümmet çapında bir hareket
olmadığını; birkaç sahabînin bu yola başvurduğunu;
büyük çapta bir hareket olsaydı Hz. Peygamber (s.a.s.)'in bunu
yasaklamış olacağını belirterek, ancak zarûrî
hallerde, kadının gebe kalmasının onun ölümüne
yol açması ihtimali veya memedeki çocuğun ardından
hemen ikinci bir doğumun memedeki çocuğa zarar vermesi durumu
gibi zarûret(erde tedbir alınabileceğini söylemektedir.
(Mevdûdî, İslâm Nazarında Doğum Kontrolü,
İstanbul 1967) O, fakirlikten dolayı ailelerin çocuktan kaçınmalarını
suç olarak telâkkî eder. Delîl olarak İsrâ Sûresinin
"Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyiniz.
Sizi de onları da biz besliyoruz. Onları öldürmeniz büyük
günahtır. "(el-İsrâ, 17/31) âyetini getirir ve En'âm
Sûresinin 140. âyetine dayanarak helâli haramlaştırmamak
gerektiğini söyler Mevdûdî, doğum kontrolün,ün
İslam'ın temel ilkelerine ve özüne aykırı
olduğunu, bunun nüfus azalması ve fuhşa teşvik yolu
olduğunu da belirtmektedir. T.C. Diyanet İşleri
Başkanlığı, devletin resmi politikasına
uydurmak maksadıyla 1960'da başkan Ömer Nasuhi Bilmen'in
uygun bulmasıyla "ilkaha mâni tedbir almakta kadının
rızası şart olup, zaman gereği çocuğun kötü
yetişeceği, harp veya seferde bulunulması ve benzer
sebeplerle bu şartın da sâkıt olacağı ve
dolayısıyla azlin, bir kısım ashab ve ulemanın
kerih görmelerine rağmen, yine bir kısım ashab ve cumhûr-ı
ulemaca caiz görüldüğünü" savunmuştur. Çeşitli
fetvalarda, ulema, zarûret yoksa herhangi bir şekilde
gebeliği önlemenin câiz olmadığını, ancak
tehlikeli hallerde azlin de, ilaç almanın da caiz olduğunu söylemiştir.
Ancak hiçbir zaman "devamlı doğum kontrolü"nden
yana olunmamıştır. Hz. Peygamber'in "Azl
yapılsa da, yapılmasa da; Allah'ın dilediği her
canlının kıyamete kadar dünyaya geleceğini" söylemesini
(Buhârî, Nikâh, 42; Müslîm, Nikâh, 1438; Neseî, Nikâh 107/6;
Ebû Dâvud, Azil, 2170-2173; Tirmizî, Bâbu Kerâhiyeti'l-Azli, 1138)
kaynak olarak alan ve doğum kontrolüne istisnai hallerde cevaz
veren İslâm uleması, genel olarak şu delillerle
doğum kontrolüne karşı çıkmaktadırlar:
Fakirlik korkusu için: Allah, kadınları sadece hoşça
vakit geçirmek için yaratmamıştır. Kadınla erkek
arasındaki ilişki, tarla ile çiftçi arasındaki
ilişki kadar ciddîdir. Çiftçi tarlasına sadece
hoşlandığı için değil, onu ekmek ve ürün
almak için gider. Aynı şekilde bir erkeğin de
karısına çocuk üretmek amacıyla yaklaşması
gereklidir. Bu, sünnettir ve çocuk, ailenin esas amacıdır.
Allah, "Kadınlar sizin tarlanızdır, o halde
tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın." buyurur.
(el-Bakara, 2/223; Ebû'l-Âlâ Mevdûdi, Tefhimû'l-Kur'ân,
İstanbul 1986, I, 151) Rızık korkusu, basit bir
iddiadır. Allah, milyonlarca canlının
rızkını vermektedir; O, Hâlik ve Rezzâk'tır.
İnsan, Allah'ın denge ve düzenine, açlık korkusuyla müdahale
etmemeli, fıtrî yapıyı, tabiî cinsî yakınlaşma
yolunu ve çocuk edinme nimetini kendine kapamamalıdır.
Özellikle, kısırlaştırma kesinlikle düşünülmemelidir.
Allah'ın yarattığını değiştirenler müslüman
olamaz (en-Nisâ, 4/119). Ancak Allah dilediğini kısır
kılar. (Şûrâ, 42/49-50) Fazla çocuk istenmemesi
gerekçesini de İmam Şâfiî şöyle tenkid etmiştir:
Allahü Teâlâ'nın Nisâ sûresinde "Aralarında adalet
yapamamaktan korkarsanız. bir kadınla yetininiz"
şeklindeki beyanı, fazla çocuk olup, aile efradınız
ve sıkıntınız artmasın anlamındadır.
İslâm Peygamberi (s.a.s.), ümmetinin çokluğuyla
övüneceğini, doğurgan kadınlarla evlenmelerini ve sünnetinden
yüz çevirenlerin müslüman olmadıklarını, ümmetine öğütlemiştir.
(İbn Mâce, I, 592).
Doğum, bebeğin dünyaya gelişi, olağanüstü bir
olaydır. Âyetlerde buyrulduğu üzere herşey bir
ölçüye göredir, ve insan dokuz ay ana karnında ve memede bu
evreyi geçirir. (Lokman, 31/14)
Hz. Peygamber sevdiklerine "mal ve evlad bolluğu" için
dua ederdi Amellerde esas Allah rızasıdır. Birşey ya
helâldir, ya haramdır. Evliliğin iki ana hikmeti vardır:
fıtraten kadın ve erkek olarak yaratılmış iki
karşı cinsin birbirini tatmini ve bu yolla neslin devamı.
Zaten insanlar her ne yapsalar, "....O'nun bilgisi olmadıkça
ne meyveler kabuklarından çıkar, ne bir dişi gebe
kalır ve ne de doğurur. " (Fussilet, 41/47)
şeklindeki ilâhî hükümden uzak değildirler. İnsanlar
kendi kendilerine azab ve zulüm ederler. Meni rahme boşaltılsa
bile bazen çocuk olmaz; meniyi rahimden kaçırmak isteyenin ise
çocuğu olabilir. Bu, eninde sonunda Allah'ın kudretinde olan
bir olgudur. Doğal cinsî yakınlaşmayı bozmayan müslüman,
çocuk talep etme niyeti ve eylemi ile ayrıca sevap da kazanmakta;
oysa doğum kontrolü yapan, en azından bir sevaptan mahrum
olmaktadır. Doğum kontrolü yapanlar, fıtrî yapıyı
bozmakta, değiştirmekte, iptal etmektedir ki; eğer
zarureti yoksa bu, açıkça sünnete karşı gelmek
anlamını da taşımaktadır. Kaldı ki, Rasûlullah,
"Nikâh benim sünnetimdir; kim benim sünnetimi yerine getirmezse,
benden değildir. Evlenin; zira ben diğer ümmetlere sizin
çokluğunuzla iftihar edeceğim. " (bu hadisi
değişik lâfızlarla Buharî, Müslim, Ahmed b. Hanbel,
Taberani, Hakim ve Beyhaki, İbn Mace kitaplarında
yazmışlardır.) Evlenme, bir ibadet, bir sünnet olduğuna
göre; Şeriata bir bütün olarak bakıldığında,
evlenmiş olanların, doğum kontrolü yapmaları bekârlığın
bir başka türü, veya sünnete karşı çıkış
olarak değerlendirilmektedir. İster ana rahmine çocuk düşmesini
engellemek, isterse rahimde teşekkül etmiş cenînin yaşamasına
mani olmak olsun, her ikisinde de ana amaç, istenmeyen bir gebelik veya
istenmeyen bir çocuk ise, bunun çelişik, bir müslümandan zaten
beklenmeyecek bir hareket olduğu açıktır.
Hz. Peygamber, emzikli bir kadının yeniden gebe
kalmaması için onunla ilişkiyi ertelemek veya ilişkide
kontrol uygulamak konusunda da ümmetini serbest bırakmıştır.
Gîle, Gayl, Gıyal şeklinde geçen meselede, bugün tıp,
memedeki çocuğun sütünün sonraki çocuk için zararlı
olduğunu söylemiştir. Ancak bu konuda, "Anneler
çocuklarını iki bütün yıl emzirirler. (Bu hüküm),
emmeyi tamam yaptırmak isteyen(ler) içindir." (el-Bakara,
2/233) şeklindeki Kur'ân âyetini, iki çocuk arasında iki
yıl müddet bırakılmalıdır şeklinde
yorumlayanlar da olmuştur. Bu çevreler üst üste yapılan
doğumlarda gebe annenin çok yıprandığını,
kendisini toparlayamadığını; memedeki çocuğa
gereken önem verilemeden diğer bir çocuğun ardından
gelmesiyle, ek yardım yollarından yararlanmayan çağdaş
karıkocadan ibaret olan çekirdek ailenin, ekonomik açıdan da
çok zor durumlarda kaldığını; gelir düzeyi düşük
bu ailelerde, kadının, "çocuk üretim fabrikası"
gibi ardı ardına çocuk doğurmasının başka
bir azab olduğunu ileri sürerler. Demek ki, her çocuk arasında
en az iki yıl bırakılmalıdır. Bu mesele her ne
kadar erkek ile kadın arasında bir mesele gibi görünüyorsa
da; doğum kontrolü, yani çocuk yapmayı önleyici düşünce
ve uygulamalar, sosyal adalet, İslâm ülkesi, çocukların
bakım ve eğitimi, çevre şartları gibi etkenlerle de
yakından ilgilidir.
Sonuç olarak, "Allah'ın kaderi olmaksızın cinsî
münasebetin çocuğa götürmemesi veya çocuk olması mümkün
olmadığına göre, korunma niye?" diye düşünülsün;
isterse doğum kontrolü yapan hakkında, "tarlayı sürmekten
yüz çevirdi, tohumunu zâyi etti, yaratılışı âtıl
bıraktı, sünneti terketti, zürriyetini kuruttu" tarzında
hüküm verilsin; veya doğum kontrolü kavramı, çağdaş
bir zorunluluk ve dayatma şeklinde algılansın, bu kabul
edilmesi mümkün olmayan bir düşüncedir. Ama, İslâm'da doğum
kontrolü konusu için ictihad gereklidir. İsteyen müctehid azl
veya başka yöntemlerle doğum kontrolü hakkında caizdir
veya değildir gibi ictihad edebilir. Bu da aslında İslâm
devleti âlimlerinin vereceği karara ve ictihada dayalı bir
husustur. Çünkü gebeliğin veya doğum kontrolünün sebep ve
sonuçlarına katlanacak olan, aile fertleridir.