İslâm'ın yükselmesi, korunması ve
yayılması için her türlü çalışmada bulunmak,
uğraşmak, gayret sarfetmek ve bu yolda sıcak ve
soğuk savaşa girmektir. Daha açık bir ifade ile Allah
(c.c.) tarafından kullarına verilmiş olan bedenî, malî
ve zihnî kuvvetleri Allah yolunda kullanmak, o yolda feda etmektir.
İnsanın maddî-manevî bütün varlığını
Allah yolunda ortaya koyarak Hakk'ın düşmanlarını
ortadan kaldırmak için savaşması
"cihad"dır.
İslâm'da cihad farzdır. Allah Teâlâ bu konuda şöyle
buyuruyor: "Hoşunuza gitmese de düşmanla savaşmak
üzerinize farz kılındı" (el-Bakara, 2/216).
"Herhangi bir fitne kalmayıncaya ve din yalnız
Allah'ın oluncaya kadar onlarla çarpışın "
(el-Bakara, 2/193). "Allah'a ve ahiret gününe inanmayan kişilerle
savaşınız" (et-Tevbe, 9/29); "Sizinle toptan
savaştıkları gibi siz de müşriklerle
savaşınız. " (et-Tevbe, 9/36). Hz. Peygamber
(s.a.s.)'de "Cihad kıyamete kadar devam edecek bir
farzdır" (Ebû Davûd, el-Cihad, 33) buyurmuştur.
Yalnız, bu farz bazı hallerde farz-ı ayın;
bazı hallerde ise farz-ı kifayedir. Müslümanlar içinden
sadece bir grup cihadın gayesini gerçekleştirebiliyor, müslümanların
yurt, mal, ırz, namus ve haysiyetlerini düşmanlara
karşı koruyabiliyorsa o taktirde cihad farz-ı kifaye
olmuş olur ve diğer müslümanların üzerinden sorumluluk
kalkar. Şayet fert fert gücü yeten her müslümanın düşmana
karşı koyma gereği varsa o zaman farz-ı ayın
olur; herkesin bizzat cihâd etmesi icab eder.
Cihâdın gayesi, yeryüzünden fitneyi kaldırmak ve
hakkı yüceltmektir. İslâm'da savaş, intikam, öldürme
yağma, baskı ve zulüm yapmak için değil: bunları
ortadan kaldırmak için yapılır. Müslüman olmayanları
zorla İslâm'a sokmak yoktur. Cihad'dan maksat, insanları
baskılardan kurtarmak, İslâm'ın yüce gerçeklerini
onlara duyurmak ve kendi rızalarıyla müslüman olabilecekleri
onamları hazırlamaktır.
İslâm'ın gayesi toprak ele geçirmek değildir. O
yalnız bir bölge ve kıta ile yetinmez. İslâm bütün
dünyanın saadet ve refahını düşünür. Bütün
insanlığa, kendisinin beşeri sistemlerden ve diğer
dinlerden daha üstün âlemşumül bir din olduğunu göstermek
ister. Bu yüce maksadı gerçekleştirmek için müslümanların
bütün güçlerini seferber eder. İşte bu bitmeyen cehd ve
uğraşmaya, büyük bir enerji ile çalışma
işine ve meşrû bütün yollara başvurma gayretine cihad
denir. Yeryüzünde zorbalar, batılın ve fitnenin
devamını isteyenler, şirk ve müşrikler ile küfür
sistemleri var oldukça, onların yeryüzünde yayacakları kötülüklerine
karşı bir emniyet olan cihad da devam edecektir. Bu
bakımdan cihadın İslâm'da önemli bir yeri vardır.
Hz. Peygamber'e, hangi amelin daha faziletli olduğu
sorulduğunda, "İman ve Allah yolunda
cihad'dır." (Tecrîd-î Sarîh Tercümesi, VII, 445),
buyurarak cihadın imandan hemen sonra geldiğine, imanın
cihadla varlığını sürdüreceğine işaret
etmişlerdir. Ayrıca Allah yolunda savaşanları,
gazilik ve şehitlik rütbesine erenleri öven ve onlar için
büyük nimetler ve dereceler bulunduğunu haber veren birçok ayet
ve hadis vardır.
Müslümanlar savaşı istemezler. Ama savaş vukû
bulunca sabır ve metanetle savaşırlar. Zira Hz. Peygamber
(s.a.s.): "Düşmanla karşılaşmayı temenni
etmeyiniz. Fakat düşmanla karşı karşıya
gelirseniz sabrediniz, direniniz. " (Buharî, Cihad, 112, 156,
Müslim, Cihad 19, 20; Ebû Davud, Cihad, 89) buyurmuştur. Müslümanlar
savaş anında Allah'a güvenir ve Allah'ın kendileriyle
beraber olduğunu bilirler. Onun şu buyruğunu hiç akıllarından
çıkarmazlar. "Ey peygamber; sana da sana tâbi olan
müminlere de Allah yeter. " (el-Enfâl, 8/64)
İslâmiyet'e göre cihad, bize harp açanlara (el-Bakara, 2/190)
verdikleri sözü tutmayıp tekrar dinimize saldıranlara
(et-Tevbe, 9/12-13), Allah'a ve ahiret gününe inanmayarak, Allah ve
Peygamberin haram kıldığı şeyleri haram kabul
etmeyenlere karşı (et-Tevbe, 9/29), yeryüzünde fitneyi
söküp atmak ve Allah'ın dinini hâkim kılmak (el-Bakara
2/19) gayesi ile meşrû kılınmıştır.
Müslümanlar savaş için düşman memleketine girip bir
şehri veya bir kaleyi muhasara ettikleri zaman, önce onları
İslâm'a davet ederler. Kabul ederlerse kendileriyle savaşmazlar.
Şayet İslâm'ı kabul etmezlerse İslâm devletine
cizye vergisi vermesini isterler. Verirlerse mal ve can güvenliğini
elde ederler. Bunu da kabul etmezlerse geriye savaşmak kalır.
Bu durumda cihad için şu şartlar gerekir:
a- Düşman, İslam'a girmeleri için yapılan çağrıyı
yahut cizye vermeyi reddetmiş olmalıdır..
b- Müslümanlarla düşman arasında herhangi bir
anlaşma sözkonusu olmamaktır.
c- Müslümanlarda cihad için gerekli askerî güç siyasî otorite
bulunmalıdır.
Bütün bu hususlar bir araya geldiğinde cihadın farziyeti
gerçekleşir. O zaman düşmanla yapılacak savaşta
şehirler yakılabilir, insanlar öldürülebilir ve düşmanın
savaş gücü her şekilde zayıflatılmaya çalışılır.
Yalnız kadın, çocuk, kötürüm, yaşlı ve körler
öldürülmez. Barış, İslam devleti için uygun olduğu
zaman yapılabilir. Düşmana hiç bir şekilde silâh vb.
savunma vasıtası satılamaz. Bir müslüman topluluğu
kâfirlere emân verirse, bunlarla, yeryüzünde fesat çıkarma ve
İslâm'a saldırma durumu hariç, savaşılmaz. Cihad,
bizzat sıcak bir savaş olacağı gibi normal
şartlarda mal, dil ve kalple de yapılabilir. Cenâb-ı Hak
şöyle buyurur: Müminler Allah ve Rasûlüne iman ederler, sonra
da şüpheye düşmezler. Hak yolunda malları ve
canları ile cihad ederler. İşte sadakat sahibi kimseler
bunlardır" (el-Hucûrât, 49/15)
Hz. Peygamber (s.a.s.) ise: "Müşriklerle
mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad
ediniz" Allah benden evvel hiç bir ümmete bir nebi göndermemiştir
ki, ümmet içinde kendisine yardımcı olan havârîlere, yerleştirdiği
geleneklere göre hareket eden arkadaşlara ve emirlerine itaat eden
dostlara sahip olmamış olsun. Sonra bunları bir nesil
takip eder. Onlar yapmadıklarını söyler, emredilmeyen işleri
yaparlar. Bunlarla eli ile fiilen mücadele eden mümindir, dili ile
mücadele eden mümindir kalbi ile mücahede eden mümindir. Bunun dışında
kalanların hardal tanesi kadar da olsa imanları yoktur"
(Müslim, İman 20); "Şüphesiz ki mümin kılıcı
ve dili ile cihad eder" (İbn Hanbel, VI, 387),
buyurmuşlardır.
İslâmiyet'in ilk devrelerinde müminlere İslâm düşmanlarına
karşı yumuşak davranmaları, eziyetlerine
katlanmaları müdafaa kasdıyla da olsa karşılık
vermemeleri; sadece öğüt vererek İslâm'a davet yolunu takip
etmeleri emredilmiştir. Bir ayet-i kerimede, "Siz,
şimdilik, Allah onlar hakkındaki emrini getirinceye kadar
affedin, hoş görün. Şüphesiz ki Allah her şeye kâdirdir"
(el-Bakara, 2/109) buyurulmuştur. Çünkü o zaman müslümanlar
sayı ve imkân bakımından son derece zayıftı. Düşmana
karşı koyacak güçleri yoktu. Müslümanların adedi ve
kuvveti biraz daha çoğalınca kendilerine ve akidelerine
karşı direnenlerle savaşmalarına izin verildi. Müslümanlar
büsbütün güçlenip düşmanları mağlup edecek seviyeye
gelince de cihad müsaadesi verildi. " Artık
saldırıya uğrayan müminlere zulme uğratıldıkları
için cihad etme izni verildi... " (el-Hacc, 22/39). Bu izin Medine
döneminde olmuştur.
Ayrıca Allah Teâlâ'nın " Allah uğrunda
gereği gibi cihad edin" (el-Hacc, 22/79), buyruğuyla, müslümanların
nasıl davranması gerektiği belirlenmiştir. " Müminler
ancak Allah'a ve Peygamberine iman eden, sonra şüpheye düşmeyen;
Allah uğrunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenlerdir.
İşte onlar doğru olanlardır. " (el Hucurât,
49/15) ayetinden de cihadın mal ve canla
yapılacağını öğreniyoruz. Cihad konusundaki
diğer ayet ve hadisler de göz önüne alındığında,
cihadın başlıca şu çeşitlere
ayrıldığını görürüz:
1- Nefs'e Karşı Cihad Şüphesiz en güç cihad, insanın
nefsiyle ve nefsinin arzularına karşı
yaptığı cihaddır. Müslüman, gerçek cihadı
nefsine karşı verir. Nefsine karşı cihadı
kazanamayan, düşmanın karşısına çıkmak için
kendisinde güç ve cesaret bulamaz. Hz. Peygamber Tebük seferinden
dönüşte ashabına şöyle buyurmuştu: " Küçük
cihaddan büyük cihada dönüyoruz" (Adûnî, Keşfu'l-Hafâ',
I, 425). Bu hadisinde Hz. Peygamber, en kalabalık bir ordu ile
katıldığı Tebük seferini "küçük cihad"
olarak vasıflandırırken; nefse karşı verilecek
mücadeleyi "büyük cihad" olarak nitelendirmektedir. "
Hakiki mücahid nefsine karşı cihad açan kimsedir"
(Tirmizî, Cihad, 2) hadîsi de aynı manayı ifade etmektedir.
Aynı meâlde başka hadis-i şerifler de vardır. Bütün
bunlar bize, insanın nefsi ile, nefsinin boş ve mânâsız,
hatta gayr-ı meşrû istekleri ile mücadele etmesinin cihad
olarak değerlendirildiğini göstermektedir.
2- İlim İle Cihad
Cihad'ın başka bir çeşidi de ilim ile yapılan
cihaddır. Dünyadaki bütün kötülüklerin sebebi cehalettir.
Hakk'a ulaşmak isteyen herkesin cehaletten kurtulması, ondan
uzaklaşması gerekir.
Bilginin ortaya koyduğu delillerin gönüller üzerinde icra
ettiği tesiri silâh gücü ile temin etmek mümkün değildir.
Onun için şöyle buyurulmuştur:
"Ey Muhammed! İnsanları Rabbi'nin yoluna, hikmetle, güzel
öğütle çağır; onlarla en güzel şekilde
tartış. Doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapanları
daha iyi bilir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilir.
" (en-Nahl 16/125).
Temeli ilim yoluyla tebliğ ve davete dayanan İslâmiyette,
bu tebliğ faaliyetinin adı "ilim ile cihad"dır.
Bu usûle "Kur'an ile cihad" da denilir. En güzel mücadele
şekli Kur'an'ın mücadele şeklidir. Bunun için Cenâb-ı
Hak:
"Sen kâfirlere uyma, uyanlara karşı Kur'an ile büyük
bir cihadla cihad et" (el-Furkan, 25/52) buyurmuştur. Ayet-i
kerimede Kur'an ile cihadın "büyük cihad" olarak
belirtilmesi, Kur'an'ın ilim ile cihad konusuna ne kadar önem
verdiğini göstermektedir. Hak ve hakikatı, en tehlikeli
zamanda bile, hiç bir şeyden korkmadan ve çekinmeden olduğu
gibi söylemek de bir çeşit cihaddır. Rasûlullah (s.a.s.) bu
konuda şöyle buyurmuştur:
"Zalim bir hükümdar karşısında hak ve adaleti açıkça
söylemek, büyük bir cihaddır. " (İbn Mâce, Fiten,
4011)
3- Mal İle Cihad
Mal ile cihad, Allah Teâla'nın insana ihsan etmiş
bulunduğu mal ve servetin yine Allah (c.c.) yolunda harcanması
demektir.
Bilindiği gibi dünyada her iş para ile
yapılmaktadır. Hakkın korunması ve zafere
ulaşılması da yine paraya bağlıdır. Bunun
için mal ile cihadın önemi büyüktür. Müslümanların,
İslâm'ın yücelmesi hakkın muzaffer olması için
her türlü mal, servet ve paralarını bu yolda fedâ etmeleri
mal ile cihaddır.
Hz. Peygamber'in, mal ile cihad hususundaki teşvik edici sözleri
ashabı kiramı harekete geçirmiş ve kendileri yoksulluk içinde
sıkıntılı bir hayat geçirirken, mal ile cihad farızasını
edâ edebilmek için elde avuçta ne varsa getirip Rasûlullah'a vermişlerdir.
Bu konuda Kur'an-ı Kerîm'de de pek çok ayeti kerîme vardır.
Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur:
"İman edip hicret eden, Allah yolunda mallarıyla,
canlarıyla cihad eden, (mücâhidlere) yer veren ve yardım
edenlerin hepsi birbirinin vekilidir. " (el-Enfal, 8/72).
"...Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla
savaşın. Bilseniz bu sizin hakkınızda ne kadar
hayırlıdır. " (et-Tevbe, 9/41).
"Allah, mallarıyla, canlarıyla mücadele edenleri
derece bakımından oturanlardan üstün kılmıştır.
" (en-Nisâ, 4/95).
4- Savaşarak Cihad Yapmak
Cihad, müslümanlara farıdır. Her müslümanın nefsi
ile, ilim ve malı ile sürekli cihad yapması, böylece dinin
korunması, Hakk'ın galip kılınması için çalışması
gerekir. Bazen "İ'lây-ı kelimetullah" yani Allah
adının yüceltilmesi dinin korunup yayılması içinde
elde silâh düşmanla savaşmak icab edebilir. Bu en büyük
cihaddır ve müslümanlara farzdır. Hattâ cihad denildiği
zaman ilk akla gelen husus, düşmanla sıcak savaşa
girmektir.
Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur:
"Sizinle savaşanlarla; Allah yolunda siz de
savaşın. Fakat haksız yere saldırmayın."
(el-Bakara, 2/190)
Bu ilâhi emir Allah yolunda, İslâm uğrunda
savaşmanın ve İslâm yurdunu düşmana
karşı korumanın cihad olduğunu bize ifade
etmektedir. Hz. Peygamber (s.a.s.) de bir hadis-i şeriflerinde;
ganimet elde etmek, şan ve şöhrete ulaşmak, mevki ve
makam elde etmek için yapılan savaşın cihad
olmadığını, cihadın, Allah (c.c.)'ın
adının yüceltilmesi (İ'lây-ı kelimetullah) için
yapılan savaş olduğunu haber vermiştir.
Çağımızda bir takım gruplar her ne kadar
savaşsız bir dünyanın özlemini dile getirmekte ve bunun
için açık veya gizli savaş aleyhtarı faaliyetler sürdürmekte
iseler de, bu hiç bir zaman, binlerce yıldan beri devam eden gerçeği
değiştirmeyecek ve savaşlar sürüp gidecektir. Cenâb-ı
Hak bu değişmez gerçeği aşağıdaki ayet-i
kerîmede bize haber vermiştir:
"Hoşunuza gitmediği halde, savaş size farz
kılındı. Hoşunuza gitmeyen bir Şey,
hakkınızda hayırlı olabilir. Hoşunuza giden bir
şey de, hakkınızda kötü olabilir. Bunları Allah
bilir, siz bilemezsiniz. " (el-Bakara, 2/216).
"Savaşan, ancak kendi öz canı için savaşmış
olur. Allah hiç bir şeye muhtaç değildir. "
(el-Ankebut, 29/6).
İslâm dini müslümanlara şerefli bir hayat
yaşatmayı hedef edinmiştir. Bu sebeple bu dinin
emrettiği savaş, savunma savaşı, zâlimlerden
mazlumları kurtarma savaşı, her yere adalet götürme
savaşı ve müslümanların haysiyetini koruma
savaşıdır. Kur'an-ı Kerîm'de:
"Kendilerine karşı savaş ilân olunduğunda
zulme uğrayanlara cihad etmeleri için izin verildi. Hak Teâlâ
onlara yardıma hakkıyla Kadirdir." (el-Hac, 22/39)
buyurulup meşrû savunma savaşına izin verilirken her an
savaşa hazır olmak da emredilmiştir.
Savaşın önemini ısrarla belirten İslâm dini ve
onun yüce kitabı, barışın da gereğine
işaret etmekte, barış teklifi düşmandan
geldiği takdirde taviz vermeden teklifin yerine getirilmesini
istemektedir:
" Eğer onlar barış isterlerse sen de onu kabul
et. Allah'a güven ve dayan."
"Her şeyi işiten, herşeyi hakkıyla gören
O'dur. Onlar seni aldatmak isterlerse, şunu kesin olarak bil ki,
Allah sana yeter. Seni,yardımlarıyla ve müminlerle
destekleyen O'dur." (el-Enfâl, 8/63).
İslâm, müslümanlara yapılan tecavüzlerin hiç birinin
karşılıksız bırakılmamasını
istemektedir:
"O halde, size karşı tecavüz edenlere siz de aynıyla
mukabele edin. " (el-Bakara, 2/194).
Yeryüzünde fitne kalmayıncaya kadar müslümanların
cihada devam etmelerini isteyen İslâm, savaş hukukunu da en güzel
şekilde tanzim etmiştir. Allah Teâlâ'nın:
" Andlaşma yaptığınızda Allah'ın
ahdini (andlaşma hükümlerini) yerine getirin." (en-Nahl,
16/91)
"Haddi aşmayın, Allah haddi aşanları
sevmez." (el-Bakara, 2/190) buyurması; Peygamber Efendimiz'in
cephe gerisinde bulunan kadın, çocuk, ihtiyar ve din adamlarının
öldürülmemesini, savaşçılara işkence edilmemesini
çapulculuk yapılmamasını istemesi, İslâm savaş
hukukunun temel kuralları olmuştur.
Dinimizin müslümanlara farz kıldığı
cihadın fazileti ve bu emri yerine getirenlerin Allah katında
ulaşacakları yücelikler Kur'an-ı Kerim'de şöyle
haber verilmektedir:
"Allah Teâlâ, Cennet'e karşılık müminlerin
canlarını ve mallarını satın aldı. Onlar
Allah yolunda savaşırlar. Savaş meydanında şehît
ve gazi olurlar. Allah'ın bu öyle bir vâdidir ki, Tevrat'ta da,
İncil'de de, Kur'an'da da sabittir. Kim Allah'tan daha çok vadini
yerine getirir? Yaptığınız bu hayırlı
alış verişten dolayı sevinin. İşte büyük
kurtuluş budur." (et-Tevbe, 9/111)
"Ey mü'minler! Sizi çetin bir azabdan kurtaracak bir ticaret
yolu göstereyim mi? O da şudur: Allah'a ve Rasûlüne iman eder ve
Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla
savaşırsınız. Bir bilseniz bu iş sizin için ne
kadar hayırlıdır. Bu takdirde Allah sizin günahlarınızı
mağfiret eder, altlarından ırmaklar akan cennetlere ve
Adn Cennetlerindeki hoş konutlara koyar. İşte büyük
kurtuluş budur." (es-Saf, 6/10-12). Cihadın fazileti
hakkında Hz. Peygamber (s.a.s.) de şöyle buyurur:
"Rasûlullah'a: "-hangi iş daha
hayırlıdır?" diye soruldu. " Allah'a ve
Peygamberine iman etmektir. " dedi.
"-Sonra hangisi faziletlidir, denildi: Allah yolunda
cihaddır" cevabım verdi sonra "hangisidir?"
sorusuna karşı da: "-Makbûl olan hac'dır, "
buyurdu" (Buhâri, İman, 18)
Abdullah b. Mes'ud şöyle anlatıyor: "Rasûlullah'a:
-Yâ Rasûlallah, Allah katında hangi iş daha sevimlidir? diye
sordum. -Vaktinde kılınan namazdır, dedi. -Sonra
hangisidir? dedim. -Anne ve babana iyilik etmendir, buyurdu. Sonra
hangisidir? sorusuna da: -Allah yolunda cihaddır,
cevabını verdi." (Buhârî, Cihad, 1)
Ebû Zerr (r.a.)'den şöyle rivayet edilmiştir: "-Ya
Rasûlallah, hangi amel daha faziletlidir?" dedim. "Allah'a
iman etmek ve onun yolunda savaşmaktır" buyurdu. (Riyâzü's-Sâlihîn,
II, 531).
Bir adam Peygamberimiz (s.a.s.)'e geldi ve: "-İnsanların
hangisi efdaldır?" diye sordu. Rasûlullah: "-Allah
yolunda malı ve canı ile cihad eden mümin kişidir"
buyurdu (Buhârî, Cihad, 2)
Elde silâh, din ve İslâm diyarı uğrunda hudut
boylarında nöbet beklemenin asil bir görev olduğunu ve bunun
Allah Teâlâ'yı ziyadesiyle memnun ettiğini bildiren
Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
"Hudut ve İslâm diyarının muhafazası için
bir gün, bir gece nöbet beklemek, bir ay (nafile olarak) gündüz
oruç tutup gece namaz kılmaktan daha
hayırlıdır." (Müslim, İmâre,163; Tirmizî,
Cihad 2)
"İki çeşit gözü, Cehennem ateşi yakmaz: Biri
Allah korkusundan ağlayan göz; diğeri Allah yolunda nöbet
beklerken uyumayan göz. " (Tirmizî, Fezâilü'l-Cihad, 12)
Görüldüğü gibi cihad ilâhi bir emir olup kadın erkek bütün
müslümanlara farzdır. Bu farzı yerine getirenler Cenâb-ı
Hakk'ın hoşnutluğunu kazanacak ve ahirette yüce
mertebelere ulaşacaklardır.
Cenâb-ı Hak:
"Siz de düşmanlara karşı gücünüzün yettiği
kadar kuvvet ve (cihad için) başlanıp beslenen atlar
hazırlayın" (el-Enfâl, 8/60) buyurarak müslümanlara
her zaman cihad için hazırlıklı olmalarını
emretmiştir.
İşte bütün bu ayet ve hadislerin
ışığında cihad, dünya ve dünya malı için
olmayan, Kelîme-i Tevhîd'in kabulü ve gönüllere yerleşmesi için
gösterilen cehd ile bunun neticesinde kazanılan
kardeşliğin adıdır. Cihad; insanları, kula kul
olmaktan kurtarıp Allah'a kul etmeğe davet edişin ve bu
uğurda çekilen sıkıntıların adıdır.
Cihad, insanları, sınıf, zümre, parti ve bütün beşeri
hegemonyalardan kurtarıp Allah'ın hâkimiyeti altına gönül
rızası ile davet etmenin adıdır. Kinsiz, kansız
ve mutlu bir İslâm toplumu oluşturmak için gösterilen
ihlaslı hareketin adıdır. Cihad, her ferdin, kendisini günahlardan
arındırıp Allah'a istiğfar etmesi, Allah'a yönelmesi,
Allah'a yönelen insanlardan oluşan bir dünya kurması ve bu dünyada
kendisi ve insanlar için yalnız Allah'ın hâkimiyetini
istemesi ve bunun için devamlı hareket halinde
olmasıdır. Cihad, eskiden yapılan ve pişmanlık
duyulan bütün yanlış işlerin aksini yapma gücüdür.
Cihad, zimmete geçirilen bütün hakları geri iade edebilmektir.
Cihad, terkedilen hukukullahı telâfi etmektir. Cihad, nefis ve
bedendeki her türlü taklidi terk etmektir.
Rasûlullah (s.a.s.)'ın torunu Hz. Hasan der ki: "Adam
Allah uğrunda cihad eder. Halbuki bir kılıç vurmamış
bulunur. Sonra Allah uğrunda cihadın hakkı da; hak ve ihlâsa
yakın bulunması, haksızlıktan ve kötü niyetlerden
gücü yettiği oranda kusur ve ilgisizlikten uzak
bulunmasıdır."
Cihad, insanları baskı ve zorlamadan korumak ve
kurtarmaktır. Zorlama ve baskı olmayan İslâm'a, insanları
davet ederek Allah'ın adını yüceltmektir. Cihad,
herkesi, mensubu olduğu akîdeden zorla çıkarmaya çalışmayıp,
hakkın kabulü ve yayılışına engel olmak
isteyen ve gücünün yettiğine baskı yapan hak düşmanlarının
kovulması ve her türlü engelin kaldırılması ile,
sağlam kalp ve dosdoğru düşünen bir akıl için
belirlenmiş en güzel nizamı, yani İslâm'ı hâkim kılmaktır.
Cihad, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in yaşayıp tebliğ
ettiği İslâm'a yapışarak Allah yolunda kendini ve.
malını feda etmiş, orta yolu seçmiş,
aşırılıktan sakınmış ilâh olarak
Allah'ı ve onun hâkimiyetini tanımış, İslâm'ı
bütün dinlerin üstünde ve tamamlanmış tek din kabul ederek
bu dini müdafaa ve yaşanılır kılmak için çalışmak
demektir. Bunun için İslâm'da mutlak surette, öldürme, intikam,
din değiştirmeye zorlama yoktur. Düşmanı yenmek,
onun kuvvet ve gücünü bertaraf edip, dinde serbest olarak Allah'ın
hükmüne tabi tutmaktır ki, işte Allah'ın
adını yüceltmek için yapılan cihad şekillerinden
birisi de budur.
Cihad, ne bir savunma savaşı ne düşmana
saldırıda bulunup onu imha etme savaşıdır.
Kıtal ve kan dökme değildir. Yahut bir üstünlük ve
egemenlik kurarak insanları boyunduruk altına alma
savaşı da değildir.
İnsanlarla mücadele ve insanlar arası savaş
ilişkilerini anlatan pek çok kelime varken, İslâm bu
kelimeleri cihad kavramı yerine kullanmadı. Meselâ, harp, kıtal,
ezâ kelimeleri cihad kelimesinin yerini tutmamaktadır. İslâm
niçin eskiden Araplar'ın kullandığı harp vb. gibi
kelimeleri almadı da yepyeni bir ifade olan cihad tabirini
aldı. Bunun birinci sebebi, harp tabiri şahsi menfaatler,
polemik oyunlar için ateşi sönmeyen, yangını çağlar
boyu milletlerin, kabilelerin içinden çıkmayan kıtal
anlamında kullanılmıştır. Harplerde genellikle,
kişisel ve toplumsal kinler hâkim olmuştur. Harplerde fikir
endişesi, bir akîdeyi galip kılma çabası göze
çarpmaz.
Cihad Allah İçindir ve Allah Yolundadır
İslâm'da cihad, hedefsiz, gayesiz bir savaş değildir.
İslâm'da cihad yalnız Allah yolunda olur. Bu şart,
cihaddan ayrılmaz. İslâm'ın kendi hedeflerine varmak için
niçin harp veya başka bir kelimeyi değil de;
"cihad" kelimesini seçtiğini belirtirken, cihadın
diğer kelimelerden farklı olduğunu ifade ettik. Bu
farklılığı sağlayan bir hususiyet de
"Allah yolunda" ifadesinin ve kavramının cihad
kelimesinin içinde bulunmasındandır. "Allah
yolunda" tabiri de İslâm'ın kendi mefkûresi için
kullandığı terimler sözlüğünden bir terimdir. Bu
terimi de bir çok kişi yanlış anlamış,
halkı İslâm inancına boyun eğdirip, İslâm'ı
kabul ettirip bunun için zorlamak olduğu düşüncesini
"Allah yolunda cihad" olarak düşünmüşlerdir.
Gerçekte, "Allah yolunda" terimi, İslâm kavramları
içinde onların düşündüğünden çok geniş bir
anlam belirtir. "Allah yolunda cihad"
batılıların anladığı manada kutsal bir
savaş değildir. İslâm nazarında, toplumun fayda ve
mutluluğu için, geçici dünya arzusunda bulunmadan yapılan
her hareket "Allah yolunda"dır.
Allah'ın sana verdiği malları geçici dünyalık
faydalar umarak sarfedersen bu "Allah yolunda" olmak
değildir. Ama sırf Allah rızası için, bildiğin
muhtaçlara yardım edersen şüphesiz ki bu "Allah
yolunda" bir iştir. İşte bu "Allah
yolunda" terimi, yalnız İslâm'a mahsus; maddi menfaat ve
arzulardan uzak, sırf Allah rızası umulan
davranışlar için kullanılır. Bunu yapan kimse bilir
ki mümin. kardeşlerinin saadeti için yaptığı her
iş Allah rızası içindir. Müminin geçici dünya hayatında
istediği tek husus Allah Teâlâ'nın rızasını
kazanmaktan başka bir şey değildir. İşte yüce
Allah, bu anlama işaret etmek için cihadı, "Allah
yolunda" kaydıyla sınırlamıştır.
İslâm'ın istediği de budur. Müslüman topluluk veya
fert, batıl ve beşerî sistemleri yıkıp, yerine
İslâm akîdesine dayalı bir sistemi getirirken,
harcayacakları çabaları ve yapacakları her türlü
fedakârlıkları, kişisel çıkarlardan, nefsânî
arzulardan uzak tutmalıdır. Bütün çırpınmalarının
karşılığı olarak, hak ölçülerine uygun,
adaletli bir sistemi getirmekten başka bir şey gözetmemelidirler.
Mümin, yaptığı şeylerin
karşılığını bu dünyada beklemez. Allah'ın
kelâmını yüceltmek için, bu bitmeyen mücadelenin, dinmeyen
savaşın karşılığında; mal, mülk,
şan, şeref, rütbe, geçici dünyalık elde etme düşüncesi
aklından geçmez.
"İnananlar Allah yolunda savaşırlar, küfredenler
ise tâğût yolunda savaşırlar..." (en-Nisâ, 4/76).
Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, Allah, ancak kendi
rızası için olan cihadı kabul eder. Nefsânî
arzulardan, kavmiyetçi kinlerden, kabilecilik taassubundan kopan savaşı
değil... Yeryüzündeki her canlı, hayatını devam
ettirmek için çırpınıp durur. Fıtrî gayesine ulaşmak
için gece gündüz demeyip çalışır. fakat müslümanın
çırpınış ve çalışması başka
gayelere yöneliktir. O, yani, İslâm'a inanıp, onun sistemine
bağlanan kimse, her şeyden önce İslâm inkılâbının
gayesi olan Hakkı getirmek için canla başla, malla Allah
yolunda cihad eder. Bütün gücüyle şer güçleri yıkmak,
fitne ve fesat tohumlarının yeryüzünde yayılmasına
engel olmak için çalışır. "Fitne yok olup din ve hâkimiyet
yalnız Allah'ın oluncaya kadar" cihad eder.
İşte İslâmî cihad budur.