|
İSLAM
ANSİKLOPEDİSİ
MEBDE'
Başlangıç, kendisinden başlanılan ve gidilen hareket noktası, kendisine dayanılan (mevkufun aleyh) veyahut zihinde ya da hariçte önce olan şey. Mebde (ARAPÇA) fiilinden türemiş bir isimdir. Çoğulu mebadi (ARAPÇA)dir. Türkçeye ilke, esas, temel ve prensip olarak terceme edilir.
Mebde, en başta ve en önce bulunup da kendisinden önce başka bir mebde olmazsa buna "mebde-i evvel" denilir. Bilâkis, kendisinden önce dayandığı başka bir mebde bulunan ilkele de "mebde-i müteferri" denilir. İnsan bilgisinin temelleri olan mebde-i ayniyyet, mebde-i adem-i tenâkuz (çelişmezlik prensibi) ve mebde-i sebebiyyet (sebebiyyet prensibi) gibi prensipler mebde-i evvellerdir.
İslâm Filozofları, sebeb ve illete mebde ismini verirlerdi. Bunlara göre, madde ile surî ve gaî sebebler ve şartlar, mebde kelimesinin kapsamına girerler.
Bütün mümkinatın (kâinatın) varlıklarında dayandıkları zat, varlığı zatının muktezâsı ve vâcibü'l-vücûd (vücudu zorunlu) Allah Teâlâ olduğu için filozoflara göre; Cenab-ı Hakk'a "Mebdeü'l-Mümkinât ve mebdeü'l âlem" denilmiştir. İslâm Filozofları, Allah Teâlâ'ya, "eşyaya vücûd veren" anlamında "el-Mebdeü'l-Feyyâz" ismini de vermişlerdi. Yine İslâm filozoflarından bazısının iddiasına göre; el-Mebdeü'l-Feyyâz, aklı evveldir. Yine bunların bazısına göre; mebdeü'l-Feyyâz, onuncu akıl (elaklü'l-âşir ki bu da el-aklü'l-Fa'âl) dır. İslâm filozofları Allah'tan sadır olan ezelî on akıl (ukul-i aşere) ve dokuz nefis kabul etmişler ve iddialarına göre bunlar âlemin yaratılışındâ aracılık etmişlerdi. Mütekellimîn, İslâm filozoflarının eski Yunan felsefesinden aldıkları bu görüşlerine şiddetle karşı çıkmışlardı. Çünkü filozofların bu iddiaları, aklî ve naklî hiç bir delil ile sabit değildir. Allah Teâlâ ise yaratmasında aracıdan münezzehtir. Yine İslâm filozofları on akıl ve feleklerin nefislerine (semavî nefislere) el-Mebâdiü't-âliye (yüce mebdeler) demişlerdi.
Mebde; kâinatın ve dünyanın başlangıcı ve yaratılışı anlamına da gelir. Nitekim Kelâm ilmi; "Allah Teâlâ'nın zat ve sıfatlarından, mebde (başlangıç) ve mead itibariyle mümkinâtın (kâinâtın) ahvalinden İslâm kanunu üzere bahseden bir ilimdir" diye tarif edilir.
Âlimlerin ıstılahında mebdein çoğulu olan "mebâdi" şek(inde kullanılır. Mebâdi; ilimlerin meselelerinin (bahis ve aslî maksadlarının) kendilerine dayandığı doğru ve genel esaslardır. Küllî ve temel kaziyyeler (önermeler)dir. İlimlerin hakikat ve maksadlarını isbat edip açıklamada başlangıç ve hareket vazifesi görürler. İlimlerin hakikatlarını teşkil eden bahis ve konuları isbata vesile olduklarından dolayı mebâdi'ye "Vesâil" de denilmiştir.
Bir görüşe göre ilimlerin mebâdii iki kısımdır:
1- el-Mebâdiü't-Tasavvuriyye: İlimlerin konuları sayılan temel kavram ve terimlerdir.
2- el-Mebâdiü't-Tasdikıyye: İlimlerin meselelerinin isbatı kendilerine dayanan temel ve genel kaziyyeler (önermeler)dir. Ancak "mebâdiü'l-Ulûm" denilince bu ikincisi anlaşılır.
Bir ilmin maksad ve bahislerini ispatta mebdelere (prensiplere) şiddetle ihtiyaç duyulduğundan, mebâdî de o ilimden bir cüz sayılır.
Mebâdî, bazen mebdein de isbatında kesin delil olarak kullanılır:
Meselâ, Allah'ın varlığını isbat ederken alemin hudûsu (sonradan var edildiği) mebdeini isbatta eskiden cevahir ve araz delilleri kullanılırdı. Bugün ise, maddenin kimyasal tepkime, fizyon, füzyon olayları ile kütlesinden kaybetmesi ve normal maddenin antimadde ile karşılaştığında yok olması gibi daha başka delâleti kesin olan ilmî deliller kullanılmalıdır.
Delil ve burhanların (kesin delillerin) mukaddimeleri (öncülleri) de varıp mebâdiye dayandıkları için, deliller özellikle burhanlar, ilimler için birer mebde sayılır. Aslî maksadların isbatında kat'î deliller de birer mebde (ilke) vazifesi görürler. Mebdelere (prensiplere), şümullü ve geniş kapsamlı birer delilin neticesi gözüyle bakabiliriz. Her ilme mahsus mebâdi vardır: Mantıkta düşünme prensipleri, Fizik ve Mekanikte atalet mebdei, entropi prensibi, hukukta adâlet mebdei, ahlâkta; iffet, istikamet, başkalarının haklarına saygılı olmak ve şefkat prensipleri gibi. Tasavvufta da Allah yolunda ilerlemek için ihlâs ve ruhun şeytanî ve nefsanî kirlerden temizlenmesi gibi mebdeler vardır. Mebdelerin bir kısmının genel geçerliliği ve doğruluğu herkes tarafından anlaşılır. Diğer bir kısmı da kapalı ve mücerred olduğu için açıkca anlaşılması, bunların erbabı olan âlimlere mahsustur. Bazı mebdeler, bir kaç ilim tarafından müştereken kullanılır. Meselâ; adâlet prensibi, Fıkıh, Kelâm ve Tasavvufda kullanılır. İlimlerde eskiden kullanılan bazı mebâdînin zayıflığı ve geçersizliği zamanla anlaşılarak terkedilir. Meselâ; "Âdem-i delilden âdem-i medlûl lâzım gelir" terkedilerek, bunun yerine "âdem-i delilden âdem-i medlûl lâzım gelmez" mebde-i alınmıştır. Ebu Bekir el-Bakıllânî tarafından kullanılan "Delilin batıl olmasından medlûlün de batıl olması lâzım gelir" prensibi bırakılmıştır. Bunun doğrusu şöyle olmalıdır: "Selim akıl tarafından batıl ve muhal sayılan bir kâzib hayalin gerçekliği için burhan getirilemez" Kur'an'da, muhal olan batıl inançlar için "Bu onların kuruntularıdır. Eğer doğrulayıcılar iseniz (doğru söylüyorsanız), bürhanınızı getiriniz"(el-Bakara 2/111) buyurulur. Bütün ilimlerin anahtarı mesabesinde olan pek çok mebdeler (ilkeler) Kur'an-ı Kerim'de mevcuttur. "Allah'ı bırakıp da kendilerine taptıklarınız maddeler hiç bir şey yaratmazlar. Bunların kendileri yaratılmışlardır. Maddeler canlı değildirler, ölüdürler. Ne zaman (nereye) kaldırılıp sevk olunacaklarını da bilmezler" (en-Nahl, 20-21). Bu ayetlerde maddenin cansız, şuursuz, bilgisiz, akılsız, atıl ve dıştan gelen etkilerle kaldırılıp dağılan ve saçılan olduğu açıkça bildirilir. Bu gün bilimin de madde hakkında kabul ettiği prensipler böyledir.
Kelâm ilmi; Allah'ın varlığı, birliği ve sıfatlarını, nübüvveti ve her saadetin temeli olan imanın lüzumunu isbat vazifesini üzerine aldığından, ilimlerin reisi ve en yükseği sayılmıştır. Kelâm ilminde aslî maksatlar olan akaid (iman esasları), nakil ile tesbit edilir. Akidelerin ispatına vesile olacak mebâdie gelince; bunlardan-duyulur âleme aid olanlar için duyular; duyuların ötesinde kalıp ta sırf akıl alanına girecek olanlar (ma'kulât) için de akıl kullanılır. Kelâm âlimleri böyle yüce bir ilmin-dinî akideleri ispat ederken başka ilimlerin mebâdiine muhtaç olmasına razı olmamışlar, dinî akideleri isbata mebde teşkil eden ve vesile olan hemen hemen zamanlarındaki bütün tabiat bilgilerini ve mantıkî bahisleri bu ilmin mebadi ve vesaili içerisine almışlardı.
Özellikle kelâm ilminin mebâdii, dini âkideler-ki bunlar ezeli ve ebedi değişmeyen gerçeklerdir- gibi sabit olmayıp zamanla ihtiyaca ve kültür cereyanlarına göre değişebilir. Bazılarının yerine ilimlerin ilerlemesinden faydalanılarak kesin ve açıkça isbat edilmiş gerçekler getirilir. Meselâ inkârcılara karşı atalet ve entropi prensiplerinden faydalanılarak insanda ruhun varlığı şu şekilde isbat edilir:
Mikro seviyelerden makro seviyelere varıncaya kadar bütün maddeler cansız, şuursuz ve atıldır. İnsanda şuur (bilinç), bilgi edinme ve irade vardır. Dışarıdan bir kuvvet uygulamadıkça madde olduğu hal üzere kalır. Madde hareketini, biçim ve şeklini dışarıdan bir etki ile alır. Ben ise, dışarıdan bir kuvvetin itmesi ve bir hareketin verilmesi ile değil, kendi içinden gelen bir irade ile istediğim gibi hareket ederim. Madde ve enerji ise fizik ve kimya kanunlarının dışına çıkamaz. Yani hürriyeti yoktur. O halde insanda dileyip tercih ettiren varlık madde olmayıp kendiliğinden fail olan şuurlu ruhtur. Eğer, "beyin maddesinden sızan enerjiler, düşünmeyi ve iradeyi sağlıyor" denilirse; yine ilmin kesin prensip ve kanunlarına dayanarak deriz ki; şuurla kontrol edilmeyen kendiliğinden yürüyen olaylarda entropinin artışını söyleyen termodinamiğin ikinci kanununa göre, bir gün boşlukta kendiliğinden sıkışması imkânsız olduğu gibi enerjinin de düzenli ve bir amaca uygun olarak sıkışıp yoğunlaşması da mümkün değildir. Madde olmayan manevî ve şuurlu bir ruhun bilgisiyle kontrol edilmeyen cansız ve şuursuz enerji de gelişi güzel iter, dağıtır ve dağılır. Enerji, bir kimsenin istediği bir eseri yapabilmesi için şuur ve bilgi ile kapalı cidarlar arasında kontrol altına alarak kullandığı bir vasıtadan ibarettir. Madde bile enerjinin şuurla kontrol altına alınarak yoğunlaştırılmış şeklidir (Allah'ın bilgisiyle yoğunlaştırdığı ve dondurduğu enerji maddedir). Şuur ve irade sahibi bir ruh ortadan kalkınca, enerji Fizik ve Kimya kanunlarına bağlı olarak şuursuzca dağılır gider. O halde insanlarda iradeli ve şuurlu hareketlerini başlatan madde ve enerjiden başka bir mebde (kaynak) vardır. Bu da ruhtur.
Tasavvuf ıstılahında namaz, zekât, oruç ve hacca-ihlaslı olarak ifa ettiği takdirde, kişiye kötülüklerden alıkoyup Allah'a yaklaştırdığı için g,ayelerin ilkeleri anlamında mebâdiû'n-nihayât denilmiştir.
İnsan vücudundaki baş, el, ayak, kalb gibi temel organlara da bazı alimler mebâdi demişlerdir.
(Sadeddin Teftâzânî, Şerhu'l-Makâsıd, İstanbul 1305, I, 10-11; es-Seyyid eş-Şerif el-Cürcânî, Şerhu'l-Mevâkıf, İstanbul 1239, s.15-16; et Tehânevi, (Muhammed b. A'lâ b. Ali) Keşşâfu ıstılâhati'l Fünûn ilgili madde. Kalküta 1862; İzmirli İsmail Hakkı, Yeni İlm-i Kelâm, İstanbul, Şehzadebaşı, 1339-1341, I, 21, 7; İbn Manzûr, lisânü'l-Arab, Beyrut 1968).
Muhiddin BAĞÇECİ