|
İSLAM
ANSİKLOPEDİSİ
İBNU'S-SEBİL
İbn, oğul, sebîl, yol. İsim tamlaması olarak "yol oğlu"; yolcu, yolda kalmış, bir beldeden başka beldeye geçen kimse. Bir fıkıh terimi olarak İbnu's-sebîl; kendi memleketinde zengin bile olsa, yolculuk sırasında fakir ve muhtaç duruma düşen kimse demektir. Bu durumdaki yolcunun zekât ve ganîmetten pay alma hakkı olduğu gibi, müslümanların ve devletin diğer yardım kaynaklarından da yararlanır.
İbnu's-sebîl terimi Kur'an-ı Kerîm'de sekiz yerde geçer. Mekke'de nâzil olan şu iki ayette yolcuya yardım teşvik edilir: "Akrabaya, düşkünlere, yolda kalan yolcuya haklarını ver. Elindekileri saçıp savurma" (el-İsrâ, 17/26); "O halde akrabaya, yoksula ve yolcuya hakkını ver" (er-Rûm, 30/38). Medîne'de inen sûrelerde de Kur'an-ı Kerîm, farz veya nâfile olarak yolcuyu yardım yapılacak yerler arasında zikretmektedir. Bazı ayetlerde yolcunun desteklenmesine genel yardım niteliğinde yer verilirken (bk. el-Bakara, 2/177, 215; en-Nisâ, 4/36), bazılarında yardım kaynağı da belirtilmektedir.
a. Ganimetlerin beytülmâle intikal eden beşte biri (humus) üzerinde yolcu hak sahibidir."Biliniz ki, savaştan ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri; Allah'ın, peygamberin ve yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolcularındır" (el-Enfâl, 8/41).
b. Savaş yapılmadan alınan ganimetten (fey') de ona pay ayrılmaktadır. "Allah'ın fethedilen ülkeler halkından ganimet olarak peygamberine verdiği mallar; Allah, Peygamber, yakınlar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir" (el-Haşr, 58/7).
c. Yolda kalanın zekât alma hakkı da vardır. Zekâtın verileceği sekiz sınıftan sonuncusu İbnu's-sebîl'dir. Ayette bu sınıflar şöyle belirlenir: "Sadakalar (zekât) Allah'tan bir farz olarak ancak fakirlere, yoksullara, zekâtı toplayan memurlara, kalbleri İslâm'a ısındırmak istenenlere, kölelere, borçlulara, Allâh yolunda cihad edenlere ve yolda kalanlara verilir" (et-Tevbe, 9/60).
Hz. Peygamber bir hadisinde zengine zekât vermenin helâl olmadığını belirttikten sonra üç kimseyi istisna etmiştir. Bunlar: Allah yolunda cihad edenler, yolda kalmışlar ve yoksul komşu, ancak böyle komşu zekât verene, zekât olarak aldığı şeyi hediye verebilir. Başka bir hadiste bu istisnalar beş olarak zikredilir: a) Zekât memurları b) zekât malı parasıyla satın alan kimse, c) borçlu, d) Allah yolunda cihad yapan kimse, e) kendisine zekât verilen yoksulun, bunu kendisine hibe ettiği zengin. Bu sayılanlar zengin durumda olsalar da, zekât almaları mümkün ve câiz olur (bk. Tirmizî, Zekât, 22, 23 Nesaî, Zekât, 80, 90; İbn Mâce, Zekât, 26; Mâlik, Muvatta', Zekât, 29; Ahmed b. Hanbel, II, 164, 192, 377, 386, III, 31, 40, 56, 97, V, 375; İbn Kesir, Tefsiru'l-Kur'âni'l Azîm, İstanbul 1985, IV, 109, 110).
Bu duruma göre, yolda parasız kalan kimse, kendi ülkesinde zengin bile olsa, servetinden yararlanma imkânı bulunmadığı için ihtiyaç kadar zekât alabilir. Ancak bu gibi kimselerin zekât yerine borç alması daha uygundur. Bununla birlikte borçlanma yolunu tercih etmesi şart değildir. Çünkü yabancı beldede borç bulması güç olduğu gibi, daha sonra borcunu ödemekten âciz de kalabilir. Eline mal geçtiği veya beldesine döndüğü zaman, yolculuk sırasında aldığı zekâtı tasadduk etmesi gerekmez. Ancak böyle bir yolcunun ihtiyacından fazla zekât alması câiz değildir. Cihad için yola çıkmış İslâm ordusundan veya hac kafilesinden ayrılıp yolda kalan kimse, vatanında malı yoksa fakir; varsa yolcu hükmünde bulunur. Her iki-durumda da zekât alabilir (İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, Kahire, t.y., II, 18; Yusuf el-Kardâvî, Fıkhu'z-Zekât, Beyrut 1400/1980,II, 670 vd.).
Beldesinde zengin olup, yolculuk sırasında parasız kalan kimsenin zekât kaynağından yararlanabilmesi için aşağıdaki şartların bulunması gerekir:
1. Bulunduğu yerden memleketine dönecek kadar parasının bulunmaması. Çünkü darda kalan yolcuya zekât vermenin amacı, cihad edenin ;aksine, onun yurduna ulaşmasını sağlamaktır.
2. Yolculuğun meşru amaçlarla yapılması. Yolcunun zekât alabilmesi için yolculuğunun ma'siyet için olmaması, taat, ihtiyaç veya meşrû gezi amacıyla yapılması gerekir. Bu yüzden adam öldürmek, haram ticaret yapmak vb. meşrû olmayan amaçlar için yolda sıkıntıya düşene zekât verilmez. Bazı fakihler turizm ve eğlenti ve amacıyla yapılan yolculukta zekâtın verilemeyeceğini söylemişlerdir (İbn Kudâme, el-Muğni, eş-Şerhu'l Kebir, II, 701-702).
3. Bulunduğu yabancı yerde kendisine borç verecek kimsenin bulunmaması. Bu şartı Mâlikî ve Şâfiî mezhebinden bazı fakihler koşmuştur. Hanefiler, borç almasının zorunlu olmadığı görüşündedirler (İbnü'l-Hümâm, a.g.e, II, 18; el-Kardâvî, a.g.e, II, 678 vd.).
İslâm'ın vazettiği yolculara ve beldesinden uzakta bulunduğu sırada maddî sıkıntıya düşenlere olan bu yardım eşsiz bir sosyal dayanışma örneğidir. İslâm nizamı, toplumun sürekli ihtiyaçlarına çare bulma yanında, seyahat ve rızık aramak için yolculuk yapanların; günümüzdeki gibi yollarda otel, lokanta ve konaklama tesislerinin bulunmadığı devirlerde, geçici ihtiyaçlarını karşılamak için tedbirler almıştır.
İbn Sa'd (ö. 230/844) Hz. Ömer'in bu konuyla ilgili uygulaması hakkında şunları yazar: "Ömer b. El-Hattâb kendi zamanında Dâru'd Dakîk (un ambarı) denilen bir depo yaptırmış, bunu, hurma, kuru üzüm ve kavunla doldurmuş, bununla yolda kalanlara ve misafirlere hizmet sunmuştur. Yine O, Mekke ile Medîne arasında belirli yerlerde sebil türünden yiyecek ve içecek ihtiyaçlarını karşılayan merkezler kurmuştur" (İbn Sa'd, Tabakât, Beyrut, t.y., III, 283; el-Kardâvî, a.g.e, II, 162).
Ömer b. Abdilazîz, İmam Zührî'den zekâtın verileceği yerlerle ilgili Resulullah'ın ve Râşid halîfelerin sünnetini sormuş; İmam Zührî'den zekâtın verileceği yerlerle ilgili Resulullah'ın ve Râşid halifelerin sünnetini sormuş; İmam Zührî mektubunun "yolcular (İbnu's-sebîl) kısmında şunları yazmıştır: "İbnu's-sebîl payı her yola oradan geçecek yolcu ve insan sayısına göre taksim edilir. Konaklayacağı ve diğer ihtiyaçlarını göreceği yeri olmayan herkes için ibnu's-sebîl payından belli miktar ayrılır. İkâmet edecek ve yeme-içme ihtiyacını karşılayacak yer buluncaya kadar bu paydan kendisine harcanır. Hayvanı varsa ona da yem verilir" (Ebû Ubeyd, emval, Kahire, t.y., 580).
Bu uygulama örneklerinden de anlaşılacağı gibi İslâm kara, deniz veya hava yolculuğu sırasında, hastalık, hırsızlık, trafik kazası gibi sıkıntılarla karşılaşan ve bunu kendi imkânlarıyla çözemeyen yolcular için genel bir sosyal güvenlik müessesesi öngörmektedir. Bir İslâm nizamında yolculuğa çıkan herkes böyle bir müessesenin koruması altındadır.
Hamdi DÖNDÜREN