İSLAM ANSİKLOPEDİSİ



CÂSİYE SÛRESİ

Kur'an-ı Kerîm'in kırkbeşinci suresi. Buna aynı zamanda "Şerîât" ve "Dehr" suresi de denir. Sure, otuzyedi ayet, dörtyüzseksensekiz kelime ve ikibinyüzaltmışbir harften ibarettir. Fasılası; nûn, mîm harfleridir. Ondördüncü ayeti Medine'de, geri kalanı Mekke'de ve Duhan suresinden sonra nazil olmuştur.

Sure, adını yirmisekizinci ayette geçen, "câsiye" kelimesinden almaktadır:

"Bütün ümmetlerin Allah'ın huzurunda diz çöktüklerini görürsün. Her ümmet kitabını almağa davet edilir. O gün, dünyada yaptıklarınızın karşılığını görürsünüz". Ayette belirtildiği üzere, câsiye "diz çöken" demektir. Bu durum, ahirette Cehennem kükreyerek mahşer yerine geldiği zaman olacaktır. İşte o zaman herkes korkusundan diz çökecek ve Cenâb-ı Allah'a yalvaracaktır.

Câsiye suresi Allah'ın varlığı ve birliğinin delilleri üzerinde durmaktadır. Bunun için çeşitli deliller göstermektedir. Kur'an-ı Kerîm bu delilleri en güzel şekilde ifade ettiği için önce kitabın indirilmesinden bahsetmektedir. Arkasından da bu delillerin bulunduğu üç yer gözler önüne serilmektedir. Bunlardan birincisi yedi kat göklerle yerdir. Ve bunda inananlar için Allah'ın varlığına ve birliğine deliller vardır. Demek ki bunlardan deliller çıkarmak müminlerin görevidir.

Sure, ikinci derecede de insanların yaratılışı ile çeşitli hayvanların yeryüzüne dağılışında birçok deliller olduğunu vurguluyor. Bunu yapacakların, yakîn, yani kesin bilgi almak isteyenler olduğunu bildiriyor. Bundan, dolayısıyla şöyle bir mânâ çıkıyor: Bu delilleri incelemek insanı kesin ve gerçek bilgiye götürür. Bundan sonra da delil olarak gece ile gündüzün birbirini takip etmesi, rızık sebebi olan yağmurun gökten indirilmesi ve rüzgârların esmesi gösteriliyor. Sonunda da "Artık bu ayetlere de inanmayanlar acaba neye inanırlar?" deniyor. Surenin üçüncü ayeti, inananları, dördüncü ayeti yakîn sahibi olanları, beşinci ayeti de düşünenleri muhatab almakta ayrı bir duruma dikkat çekmektedir.

Surede ayrıca, müşriklerin İslâm davasını nasıl karşıladıklarını, İslâmiyetin getirdiği deliller ve ayetlere nasıl karşı koyduklarını, İslâmî gerçekler ve problemler karşısında nasıl direttiklerini delilsiz nasıl itiraz ettiklerini görmekteyiz.

Müşrikler, Allah ve Allah kelâmı hakkında son derece kaba davranıyorlar. Surede bunu açıkça görmekteyiz. Buna karşılık onlar acıklı bir azap ile tehdit edilmekteler.

"Vay haline yalancı ve günahkâr her kişinin. "

"Kendisine okunan Allah'ın âyetlerini dinleyip sonra onları hiç duymamış gibi büyüklük taslamakta direnir. Ona can yakıcı bir azabı müjdele. Ayetlerimizden bir şey öğrendiğinde onu alaya alır. İşte onlara horlayıcı bir azap vardır". (7-10).

Düşünce ve inançları bozuk Ehl-i Kitap da surede söz konusu edilmektedir. Onlar sûrede, sâlih amel sahibi müminlerle kendi kötü amelleri arasındaki farkı göremeyenler olarak tanıtılmaktadır. Dolayısıyla Allah'a inandıklarını söyleyenler ile müminler arasında köklü bir fark bulunduğu belirtilmektedir. Kötülük yaptıkları halde Allah katında kendilerinin de iyilik yapan müminler gibi olduklarını sananlara çok açık bir cevap veriyor:

"Yoksa kötülük işleyenler, ölümlerinde ve sağlıklarında kendilerini iman edip salih amel işleyen kimseler ile bir mi tutacağımızı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar. " (21).

"Allah gökleri ve yeri hak ile yaratmıştır. Tâ ki herkes kazancına göre karşılık görsün. Ve onlara zulmedilmez. " (22)

Bunların dışında surede, heveslerinden başka kimseyi tanımayan bir başka grupdan daha söz edilmektedir. Bunlar arzularını ilâh edinmiş, şaşkın kimselerdir. Kur'an onlara doğruları gösterdiği halde onlar yüz çevirmektedirler.

"Gördün mü o kimseyi ki, hevâ ve hevesini kendisine tanrı edinmiş, bilgisi olduğu halde Allah onu şaşırtmış, kulağını ve kalbini mühürlemiş ve gözüne perde koymuştur? Şimdi onu Allah'tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâlâ ibret almayacak mısınız?" (23).

Surenin son bölümünde de müşriklerin ahiret inancı ele alınmakta ve bu inancın sakatlıkları, bizzat kendi hayatlarından örnekler verilerek reddedilmektedir.

"Ve dediler ki: hayat ancak bu dünyada yaşadığımızdır. Ölürüz ve yaşarız. Ve bizi ancak zaman helâk eder. Bu hususta onların bir bilgisi de yoktur. Başka değil onlar sadece zannederler. " (24).

"Ayetlerimiz onlara açıkça okunduğu zaman Eğer doğrucular iseniz (ölmüş) atalarımızı (diriltip) getirin demelerinden başka hüccetleri yoktur. De ki: Allah diriltir sizi, sonra öldürür; sonra şüphe götürmeyen kıyamet gününde toplar. Ne var ki insanların çoğu bilmezler. " (25-26).

"Göklerin ve yerin mülkü sadece Allah'ındır. Kıyamet koptuğu gün, işte o gün, batıla uyanlar hüsrandadırlar. "

"Sen o günün iddetinden bütün ümmetlerin diz üstü çöktüklerini görürsün. O gün her ümmet amel def terinin başına çağırılacak ve onlara şöyle denilecektir:" " Bugün dünyada yaptıklarınızın karşılığını göreceksiniz. İşte kitabımız size gerçekleri söylüyor. Şüphesiz biz, dünyada iken yaptıklarınızı yazıyorduk. " (27-29).

Abdülvehhab ÖZTÜRK