|
İSLAM
ANSİKLOPEDİSİ
VELİ
Dost, arkadaş, yardımcı, birinin işini üstlenen, yönetici, ermiş kişi. Çoğulu evliya.
Veli kelimesi Kur'ân'da hem Allah hem de diğer varlıklar için kullanılır. Allah'ın esmâü'l-hüsnâsından biri de el-Veliy'dir. Kelime Allah için kullanıldığında dost, yardımcı, işleri yürüten anlamlarını belirtir. Allah'ın velilik niteliği çeşitli âyetlerde dile getirilir. Buna göre Allah, iman edenleri karanlıklardan aydınlığa çıkaran (el-Bakara, 2/257), mülkünde, kudret ve yüceliğinde ortağı olmayan ve korumanın kaynağı olan (el-İsra, 17/111, Kehf, 18/26), rahmetini yayan, dostunu yücelten (eş-Şûrâ, 42/28), göklerin ve yerin yaratıcısı (el-En'am, 6/14), Kitab'ı indiren, barışseverleri kollayıp gözeten (el-A'râf, 7/196), yalnız dünyada değil, ölümle bizi bırakıp gidenlerin ardından da bizi kucaklayan sonsuz vefalı (Yûsuf, 12/101) bir velidir.
Kur'ân'da mü'minler için kullanıldığında ise iki anlama gelir. Bunlardan ilki, işlerini Allah'ın gördüğü, kendisine bırakmadığı kimse anlamıdır. "O salih kimselere velilik eder, işlerini yönetir" (el-'râf, 7/196) âyetindeki velilik bu anlamdadır. Diğer anlam ise, Allah'a ibadet ve taat işini üstlenen kimseyi dile getirir. Bu anlamda her mü'min ve müttaki insan velidir, bunlara korku yoktur, üzülmeyeceklerdir de ( Yûnus, 10/62-63). Diğer bir âyette bu anlamdaki veli ayrıntılı biçimde açıklanır: "...Allah'a, âhiret gününe, meleklere, Kitab'a ve peygamberlere inandı; sevdiği malını yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlarsa, dilencilere ve boyunduruk altında bulunan (köle ve esir)lere harcadı; namazı kıldı, zekatı verdi. Andlaşma yaptıkları zaman andlaşmalarını yerine getirenler; sıkıntı hastalık ve savaş zamanlarında sabredenler, işte doğru olanlar onlardır, müttakiler de onlardır" (el-Bakara, 2/177).
Kur'ân'a göre velilik ve veli edinme, mü'minin ilişkilerinin yönünü belirler. Gerçek, değişmez ve mutlak veli Allah'tır (Âlu İmran, 3/68; Şûrâ, 42/9). Velilik yalnız Allah'a özgüdür (Kehf, 18/44). Mü'minlerin velisi ancak Allah'tır (Mâide, 5/55). Bu nedenle mü'minler Allah'ı veli edinmelidirler (Şûrâ, 42/6). Mü'minlerin Allah'tan başka velileri de vardır. Bunlar melekler (Fussilet, 41/31), Allah Resûlü ve diğer mü'minlerdir (Mâide, 5/55).
Kur'ân, mü'minlerin kimleri veli edinmemeleri gerektiğini de açıklar. Örneğin, mü'minler şeytanı veli edinemezler. Onu veli edinen tam bir hüsrana gömülür (Nisâ, 4/119). Şeytanı veli edinenler, hesap gününde onun dışında bir dost bulamazlar (Nahl, 16/63). Şeytanlar kâfirlerin velisidirler (A'râf, 7/27). Şeytanlar, mü'minleri, gerçek veli olan Allah'tan uzak düşürmek için kendi evliyasına sürekli gizli direktifler verirler (En'âm, 6/121). Öyleyse mü'minler şeytanı hayat sahnesinden silmelidirler (Nisâ, 4/76). Mü'minler küfre batan kişileri de veli edinemezler (Âlu İmrân, 3/28). Edinirlerse, izzet yerine zillete düşerler (Nisa, 4/28). Yahudiler ve Hristiyanlar da mü'minlerin veli edinemeyecekleri kimselerdir. Bunlar, mü'minlerin dinlerini eğlence ve alay konusu edinirler (Mâide, 5/51). İmana karşı küfrü seviyorlarsa, mü'minler baba ve kardeşlerini bile veli edinemezler (Tevbe, 9/23).
İlk mutasavvıflar, tasavvufi anlamdaki veliyi, Kur'ân'daki iki kullanımdan yola çıkarak, Allah'ı dost edinen ve O'nun tarafından dost edinilerek korunan kişi olarak tanımladılar. Tasavvuf düşüncesinin gelişmesine paralel olarak veli kelimesine yüklenen anlam da değişti. Buna göre Allah, velileri bütün kötülüklerden korumakla kalmıyor, bütün dualarını kabul ediyor, ona diğer mü'minlerde bulunmayan olağanüstü güç ve nitelikler de (keramet) bağışlıyordu.
Mutasavvıflara göre veli olabilmenin temel şartı, dinin emir ve yasaklarına kesin biçimde uymaktır. Bunun yanı sıra fazladan ibadet, sürekli zikir, riyazet, mücahede ve murakebe ile nefsi eğitmek, arıtmak gerekir. Bu şartları yerine getiren mutasavvıf, eğer Allah dilerse velilik makamına ulaşır.
Tasavvuf ile felsefe arasındaki ilk ilişkileri başlatan Hâkim Tirmizî'den (ö. 908) sonra velilik kavramı daha da büyük bir değişime uğradı. Tirmizî'ye göre Allah âyetlerini ve peygamberliğin kanıtlarını kıyamete kadar ortaya koymaya devam edecektir, bu iş için de velilerini seçmiştir. Evliya, yalnız Allah'ın âyetlerinin ve Hz. Muhammed'in doğruluğunu kanıtlamakla kalmayacak, Allah'ın iradesi ve kanunları da yine bu kişiler aracılığı ile gerçekleşecektir. Başka bir deyişle evliya, Al(ah adına evrenin düzenini sağlayacak ve onu yönetecektir. Yağmurun yağması, otların bitmesi bile veliler nedeniyle olacak, mü'minler onların yardımıyla kâfirlere karşı üstünlük sağlayacaklardır.
Tirmizî'nin getirdiği velilik anlayışı İbn Arabî (ö.1249) tarafından geliştirilerek sistemleştirildi. İbn Arabî'ye göre veliliğin temel şartı marifettir (bilgi). Allah ile bağıntısını anlamasını ve o tek Hakikat'le (Gerçeklik) aslî birliğini kavramasını sağlayacak bilgiye sahip olan bir insan velidir. Veliler tanınmaktan kaçınırlar, sıradan insanların ayıplamasına da, övgüsüne de önem vermezler. Kalblerini yalnız Allah doldurur. O'nunla görür, O'nunla duyarlar. Kendi varlıklarını, benliklerini unutup gitmişlerdir.
Tirmizî'nin getirdiği, İbn Arabi'nin geliştirip sistemleştirdiği ve mutasavvıfların büyük çoğunluğu tarafından benimsenen bu yeni anlayış, dünyanın manevî yönetimini üstlenen bir veliler örgütünü de içerir. Ricâlu'l-Gayb, Ricâlu'llah, Merdân-ı Huda, Gayb Erenleri, Hükumet-i Sûfiye gibi çeşitli adlarla anılan bu yönetici veliler aşağıdan yukarıya doğru Ahyar (Hayırlılar), Abdal ya da Büdela, Ebrar (İyiler), Evtad (Direkler) Nükeba (Denetçiler) ve Kutub ya da Gavs biçiminde sıralanırlar. (Yönetici velileri farklı biçimlerde adlandırarak sıralayan mutasavvıflar da vardır. Bunlardan birisine göre de veliler hiyerarşisi şöyle sıralanır: ( Recebiyun, Müfredun, Asaib, Nükeba, Nüceba, Abdal, Efrad, Evtad, İmaman ve Kutub.) Sürekli halkın işlerini gözetleyen Ahyar üçyüz; halka yardım eden, onların yükünü taşıyan Abdal kırk; dünyanın yedi kıtasını yöneten Ebrar yedi; dünyanın doğu, batı, güney ve kuzeyinin yönetim sorumluları olan Evtad dört; Ahyan denetleyen Nükeba üç veliden oluşur. Bütün bu veliler Kutub ya da Gavs denilen velinin yönetiminde, emrindedirler. Birbirleriyle sürekli haberleşerek yönetim görevlerini yerine getirirler.
Velilerin kendi veliliklerini bilip bilemeyecekleri, mutasavvıflar arasında tartışma konusu oldu. Mutasavvıf yazarlar bu tartışmayı aktardıktan sonra, büyük sufilerin ortak görüşünün velinin kendi veliliğini bileceği yolunda olduğunu belirtir ve bu bilgiye kaynaklık eden kimi belirti ve işaretler sıralarlar. Kişinin Allah tarafından günahlardan korunması, Allah'ın çeşitli bağışlarda bulunması, dualarının kabul edilmesi, kendisine ism-i azamın (Allah'ın en büyük ismi) öğretilmesi bunlar arasında yer alır. Bununla birlikte mutasavvıf yazarlar dörtbin gizli (mektum) velinin varlığından da söz ederler ki, bunlar hiçbir şeyin farkında değildirler. Diğer insanların ilgisini çekmeyecek kadar sıradandırlar, hatta varlıkları ile yoklukları bile fark edilemez.
Mutasavvıflara göre velilerin diğer insanlar tarafından tanınması, son derece güç, hatta imkânsızdır. Gerçi keramet ayırdedici bir özellik olarak kabul edilebilirse de, mü'min olmayan insanların da keramet benzeri birtakım olağanüstü olayları gerçekleştirmeleri (istidrac), sorunu çözümsüz bırakır. Bu nedenle, Kelâbâzî'nin deyişiyle keramet, zühd ve ibadet gibi görünüşe ilişkin özellikler velilerin asıl özellikleri değildir. Allah, veliliğin belirti ve işaretlerini veli kullarının sırlarında meydana getirir ve Allah ile ruhunda bunları bulan kimseden başkası bilemez. Kuşeyrî ise, oldukça belirsiz üç velilik işaretinden söz eder: Uğraşı Allah iledir, kaçışı Allah'adır, bütün dert ve düşüncesi Allah'tır.
Hem mutasavvıfların büyük bir bölümü, hem de halk arasında velilerin öldükten sonra da tasarrufta bulunduğu, kerametlerini sürdürdüğü yaygın bir inançtır. Bu nedenle veli kabul edilen kişilerin yatır da denilen mezarları ziyaret yerleri durumuna getirilmiştir. Buralarda onlar için adaklar adanmakta, kurbanlar kesilmekte ve isteklerinin yerine getirilmesi dilenmektedir. Oysa bu inanç ve davranış, Kur'ân'ın üzerinde en çok durduğu, İslâm inancının temelini oluşturan tevhid ilkesine ters düşmektedir. Bilgisizlikten kaynaklanan bu inanç ve davranış, Kur'ân'ın hiç bağışlanmayacak bir suç olduğunu bildirdiği Allah'a ortak koşma (şirk) anlamı taşımaktadır. (Ayrıca bkz. Velayet, Keramet, Seyrü Süluk, Tasavvuf ve Tarikat maddeleri.)
Ahmet ÖZALP