|
İSLAM
ANSİKLOPEDİSİ
PROPAGANDA
Bir ideoloji, düşünce, inanç ve benzeri fikri, başkalarına tanıtmak, benimsetmek ya da daha ileri giderek, onları kazanmak amacını güden söz, yazı, simge, gösteri vb. iletişim araçlarıyla gerçekleştirilen örgütlü eylem.
Çok kapsamlı bir tanım yapılmak istendiğinde, bunun zıddını da göz önünde bulundurmak gerekir. Bu bağlamda bir ideoloji, düşünce veya inancı yıkmak; örgütü çözmek, sempatizanlarını dağıtmak amacını yine söz, yazı, simge, gösteri ve benzeri iletişim araçlarıyla gerçekleştiren örgütlü eyleme de propaganda denilmektedir.
Kullandığı iletişim araçlarıyla göze ve kulağa yönelik olmakla birlikte, zaman zaman sıralanan araçların dışında "zorlama" ve "menfaat sağlama" yollarından da yararlanıyor olması, propagandayı entellektüel düzeyde bir eylem türü olmanın ötesine taşımaktadır. Bir sapma olarak nitelense bile, bireyler "inandırılmak" yerine; "yılgınlığa düşürülmek veya menfaat sağlanarak satın alınmak" suretiyle kazanılmaktadır.
Kilise, Ortaçağ olarak adlandırılan döneminde, Haçlı seferlerini organize ederken propagandasını "inandırmak, korkutmak ve menfaat, saygınlık sağlamak" gibi her üç unsurun üzerine kurmuştur. Avrupalı halk, bunun bir dini görev olduğuna inandırılmış, Tanrının ve Kilisenin hışmı/aforozu ile korkutulmuş, yöresel önderler; kontlar, baronlar ve krallar daha fazla saygınlık, egemenlik ve zenginlik vaadleriyle satın alınmışlardı.
Modern anlamda propaganda Fransız devrimi ile başlamıştır. Şehirleşme, iletişim araçlarının gelişmesi, propagandanın etkinliğini ve geniş kitlelere ulaşmasını sağlamıştır. Matbaanın icadı, kitâp, el ilanı, gazete, afiş, mikrofon, radyo, sinema, televizyon ve onlara paralel olarak ulaştırma araçlarındaki hızlı gelişmeler, propagandayı sınır tanımaz güce kavuşturmuştur.
Fakat propagandayı toplumların üzerinde sürekli kılan asıl unsur yirminci yüzyılın ideolojik mücadeleleri olmuştur denebilir. Nitekim "toprak ve barış" sloganını işleyen Lenin'in öncülüğündeki komünizm propagandası Çarlık Rusyası'nda milyonlarca asker ve köylüyü etkisi altına almayı başararak, ülkede 1991'de yıkılan Marksist rejimi kurabilmiştir. Nazizm ise, Hitler'in önderliğinde "Tek ülke, tek millet, tek önder" sloganını işleyen "En büyük Almanya" parolasını tekrarlayan propagandası ile önce iktidarı ele geçirmiş, daha sonra ülkeleri İkinci dünya savaşı'na sürüklemiştir. Naziler, propagandayı taktik ve stratejik silah olarak kullandılar. 1943-45 arasında "Nazi propaganda makinası" deyimi ün kazanmıştır.
Propagandanın hiç değişmeyen hedefi, insanların tutumlarını etkileyip kendi amacı doğrultusunda şekillendirmekten ibarettir. Nazi Propaganda Bakanı Dr. Goebbles bu durumu şöyle özetlemiştir: "Propaganda yapmak, her yerde hattâ tramvayda bile fikirlerinden söz etmektir. Propaganda, çeşitleriyle de, ortama uyumda esnekliği ve tesirleriyle de sınırsızdır."
Yine de propaganda bazı isimler altında sıkça kullanılmıştır: İyi - kötü, yıkıcı - yapıcı, resmi, ideolojik, karşı propaganda gibi.
Bunlara ek olarak kaynağının konumu açısından beyaz, kara, gri propaganda sınıflandırması yapılmıştır. Yasal hükümet, parti, dernek ve sendika gibi örgütlerin sorumluluk yüklenerek yürüttüklerine beyaz propaganda denilmiştir. Kara propaganda, gizli kaynaktan uygulanan psikolojik tahribatı amaçlayan propaganda türüdür. Gri propaganda ise, kaynağı yine belli olmayan heyecan ve abartma dozu yüksek, zihinleri bulandıran haberler taşır. Dünya 1945'i izleyen yıllardan Komünizmin çöküşüne kadar Doğu ve Batı blokları arasında her üç propaganda türünün de kullanıldığı yoğun bir soğuk savaş dönemine sahne olmuştur.
Propagandanın örgüt, tema ve hedef kitle olmak üzere üç unsuru vardır.
Tesirli bir propaganda da, bu üç unsurun ve kullandığı araçların niteliğine göre, değişkenlik göstermekle birlikte, şu özelliklerin bulunması istenir:
a) Kitle ve bireylerin mutluluk ve ihtiyacına yönelmelidir.
b) Zamanlamayı ve ortamı sağlıklı belirlemelidir.
c) Hedef kitlenin ruhi ve maddi yapısını, geleneklerini, yöneliş zaaflarını; tüm özelliklerini iyi tesbit etmelidir.
d) Karşıtlarını çoğaltıcı değil, en aza indirgeyici davranılmalıdır.
e) Karşıt propaganda veya malzemeyi çürütebilmelidir.
f) Sık sık tekrarlanmalı, şayia haline gelebilmelidir.
g) İtibarlı, saygın ve hedef kitlenin kendinden saydığı kişi ve kişilerce seslendirilmelidir.
h) Gerçek haberlere dayanması inandırıcılığını yükseltmelidir.
i) Gruplaşmaya ve dayanışmaya yönelme ihtiyacı doğurmalıdır.
k) Kendi aleyhine haber ve oluşumları örtmeye, unutturmaya, gözden kaçırmaya veya yalanlamaya muktedir olmalıdır.
1) Kullanacağı araçları, yerini, sıralamasını baştan planlamalıdır.
Önceden de belirtildiği gibi, batı kaynaklı propaganda ahlakî değer taşımak gibi bir yükümlülükle bağımlı olmayan, gerektiğinde her türlü malzemeyi helâl-haram endişesi tanımadan kullanan yapısıyla müslümanların tebliğ ve davet metodundan derin ayrılıklar taşır (bk. Tebliğ, Slogan).
Propagandanın İslam'daki Yeri ve Hükmü:
İslâmın yayılması ve esaslarının toplum tarafından öğrenilip pratik hayatta uygulanabilmesi için davet, irşad ve tebliğin önemi büyüktür. Bu üç terimle ifade edilen İslâma çağrı, kendi ölçüleri içinde bir tanıtım ve karşıt kanaat ve propagandaları etkisiz kılma eylemidir.
Kur'an-ı Kerim'de İslâm'a çağırmanın metodu şöyle belirlenmiştir: İnsanları Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle çağır. Onlarla en güzel şekilde mücadele et. Şüphesiz Rabbin yoldan sapanları en iyi bilendir. O doğru yolu bulanları da en iyi bilendir" (en-Nahl, 16/125). Bir çok ayetlerde Hz. Peygamber'e düşen görevin topluma hakkı tebliğ etmekten ibaret olduğu belirtilmiştir (bk. Âl-i İmrân, 3/20; el-Mâide, 5/92, 99; er-Ra'd, 13/40; İbrahîm, 14/52; en-Nahl, 16/35).
Ancak İslâm'ın kendini tanıtmadaki metodu; gerçeği açık bir şekilde ortaya koymak, toplumun anlayacağı ölçüler içinde anlatmaktan ibarettir. Bu tebliğ sırasında yalana, hileye, asılsız bilgilere, aşırılıklara, iftiraya ve abartılı ifadelere başvurulmaz.
Günümüz toplumlarında kamuoyu oluşturmak için kullanılan propagandalar ise yalan haber, hile, yıkıcı rekabet, iftira ve abartılı ifadeleri kapsayabilmektedir. Ancak toplum propagandasında doğru, gerçekçi, meşrû araç ve yöntemler kullanılması mümkün ve caizdir. Çünkü meşru tanıtımlar hayra, iyiliğe, toplum yararına yönlendirme amacını taşır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Bir hayra yol gösteren kimseye, bu hayrı işleyenin ecrinin misli vardır" (Müslim, İmâre, 133; Ebû Davud, Edeb, 115; Tirmizî, İlm, 14; Ahmed b. Hanbel, IV, 120, V, 274, 357).
Diğer yandan müslümanların münkir, münafık veya fâsıkların verecekleri haberlere ve yapacakları propagandalara prensip olarak güvenmemeleri asıldır. Müslümanın bu kaynaktan gelen haberleri inceleyip, doğru ise gereğini yerine getirmeli, yalan haber ise doğrusunu ortaya çıkarmalıdır. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulur: Ey iman edenler! Eğer size fâsık bir kimse bir haber getirirse, bu haberin aslını araştırın. Aksi halde bilmeden bir topluluğa sataşırsınız da, yaptığınıza pişman olursunuz" (el-Hucurât, 49/6). Fâsık, hak yoldan çıkan, Allah'ın emirlerini dinlemeyen ve yasaklarından kaçınmayan kimse anlamına gelir. Böyle birisinin gazete, dergi vb. yayın vasıtaları ile yaydığı haberin aslı, müslümanlarca araştırılarak doğru olup olmadığı ortaya konulmalıdır. Aksi halde, menfi propagandaların etkisinde kalan müslüman yanlış ve meşru olmayan ideolojik akımlara kapılabilir.
Propaganda metodunu İslam'ın aleyhinde kullananlar, kendilerini haklı göstermek için yanıltıcı delillere dayanırlar; çoğu kez haklı gibi görünürler. Ancak hedefleri İslâm'a ve müslümanlara zarar vermek olduğu için, gerçek müminler böylelerinin propagandasına aldanmaz. Mümin diğer müminlerin dostu ve destekçisidir.
Allah Teâlâ şöyle buyurur: Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirinin dostlarıdır. Bunlar (insanlara) iyiliği emrederler, onları kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler; Allaha ve Resulüne itaat ederler" (et-Tevbe 9/71). Mümin, münkirlerin propagandalarının etkisi altında kalmaz ve onlara tabi olmaz. Ayette şöyle buyurulur: "Müminler müminleri bırakıp da kafirleri dost ve idareci edinmesin. Kim bunu yaparsa, Allah'tan hiçbir yardım görmez. Ancak bunun, münkirlerden gelebilecek bu tehlikeden sakınmak için yapılması durumu müstesnadır. Allah size kendisinden korkmanızı emrediyor. Sonunda gidiş ancak Allahadır" (Âl-i İmrân, 3/28).
Kuran-ı Kerimde özellikle müşrik ve münafıkların, İslâm'ın aleyhinde yaptıkları yıkıcı propagandalara yer verilir. Buna müşriklerin yeniden dirilme aleyhine yönelttikleri şu propaganda örnek verilebilir. Rivayete göre Âs b. Vâil eline çürümüş bir insan kemiği almış, bunu ufalayarak, Hz. Peygamber'e; "Bu kemiği çürüdükten sonra Allah mı diriltecek?" demiş. Hz. Peygamber de, " Evet, O, seni de diriltecek ve hem de ateşe atacak" buyurmuştur.
Kur'an-ı Kerim'de bu olay şöyle anlatılır: "O, kendisinin bir damla sudan yaratılışını unutarak bize bir örnek getirdi. Bu çürümüş kemiklere kim can verecekmiş, dedi. De ki: Onları ilk defa yaratan diriltecek. O, her yaratmayı hakkıyla bilendir" (Yâsîn, 36/78-79).
Diğer yandan Tebük gazvesi hazırlıkları yapılırken Ashab-ı kirâm büyük fedakârlık yaptılar. Hz. Osman, Ebû Bekir ve Ömer servetlerinin büyük bir bölümünü bu yolda sarfettiler. Ebû Ukeyl gibi ban sahabîler de güçleri oranında bir sa' hurma gibi küçük fakat gönülden tasaddukta bulundular. Münafıklar büyük yardım yapanlardan bazısını riyâ ile, bir sa' hurma bağışlayan Ebû Ukeyl'i ise, sırf insanlar arasında adı anılsın diye yardımda bulunmakla itham ettiler. Bunun üzerine şu ayet indi: "Sadakalarda bağışta bulunan müminlerle, güçlerinin yeteceğinden başkasını bulamayanlarla eğlenenler yok mu? Allah onları rezil etmiştir. Onlar için pek acıklı bir azap vardır" (et-Tevbe, 9/79).
Tebük seferi, Hicret'in 9. yılında vuku bulmuştu. Mevsim çok sıcak, ortalık kuraktı. Müthiş bir kıtlık hüküm sürüyordu. Ürünler henüz hasat edilmemişti. Bizans İmparatoru Herakl'in kırk bin kişilik seçme bir orduyu Medîne'ye hücum için yola çıkardığı haberi geldi. Bunun üzerine, münafıkların reisi Abdullah b. Übey b. Selül şöyle diyerek propagandaya başladı: "Muhammed Romalılarla savaş yapmayı kolay mı sanıyor? Vallahi ben şimdiden onun da, ashabının da esir olarak bağlandıklarını görüyorum". Yeni müslüman olanlar da bu propagandaya inanır gibi oldular. Ancak Ashab-ı kiramın büyük servet ve gayretlerini ortaya koymaları sonucunda bu menfi propagandalar etkisiz kaldı ve müslümanlar otuz bin kişilik bir ordu ile yola çıktı (bk. Hasan Basri Çantay, Kur'an-ı Hakim ve Meâl-i Kerim, İstanbul 1959, I, 280, 281, dip not: 40).
Menfi propagandalarıyla müminleri zaman zaman ümitsizliğe düşüren münafıkların sonu perişanlık olmuştur. Onların dünyadan affedilmeden ayrıldıkları şöyle açıklanır: "Onlar için a) istesen de istemesen de birdir. Yetmiş defa af dilesen, Allah onları yine kesinlikle affedecek değildir. Bu böyledir. Çünkü Allah'ı ve Resulünü inkâr ile kâfir olmuşlardır. Allah bu şekildeki fâsıklara hidayet vermez" (et-Tevbe, 9/80); "Onlar için af istesen de istemesen de birdir, Allah onları kesinlikle affetmez. Şüphe yok ki Allah fâsıklar topluluğuna hidâyet vermez" (el-Münâfıkûn, 63/6).
Münafıkların menfi propagandası bir ayette şöyle anlatılır: Allah'ın peygamberine karşı çıkmak için savaştan geri kalan (münafıklar), evlerinde kaldıkları için sevindiler. Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşmayı çirkin gördüler ve, bu sıcakta savaşa çıkmayın"dediler. De ki, "Cehennem'in ateşi daha sıcaktır". İyice bilmiş olsalardı" (et-Tevbe, 9/81).
Sonuç olarak İslâm'ı tanıtma, yayma ve İslâmî hükümleri öğretme amacıyla yapılan propaganda, İslâm'ın kendi terminolojisinde "irşad", "tebliğ" ve "davet" gibi terimlerle ifade edilmiştir. Bu tür propaganda kendi metotları içinde yapıldığı sürece meşrûdur ve büyük bir ecir kaynağıdır. Bu nitelikte olmayan, İslâm'a ve topluma zararlı fikir, düşünce ve ideolojileri telkin, yayma ve kabul ettirme amacına yönelik propagandalar ise, bu fikir ve ideolojilerin durumuna göre değerlendirilir. İdeoloji meşru ise bunun tanıtımı da meşru olur.
Yılmaz YALÇINER
Hamdi DÖNDÜREN