|
İSLAM
ANSİKLOPEDİSİ
NÂİB
Vekil, birinin yerine geçen, kadı, kadı vekili, İslâm hukukuna göre hükmeden hâkim, nöbet bekleyen, nöbetle gelen kimse. Çoğulu nuvvâbtır.
Bu tabir genellikle memuriyette başkasına vekâlet eden şahıs için kullanılır. İslâm kültüründe idarî ve hukuki bir terimdir. Ayrıca İslâm tarihinin çeşitli dönemlerinde idarî bir ünvan, makam ve rütbe olarak kullanılagelmiştir.
Memlûklarda, Delhi sultanlarında, sultan vekili ya da sultan mümessili ve başlıca eyalet valilerine nâib denirdi. Memlûklarda sultanın nâibi en yüksek mevkiye sahip olup devlet idaresinde bütün işleri sultan adına o yürütürdü. Fakat bu memuriyet geçici idi. Sultanın bulunmadığı zaman ona vekâlet eden Kahire valisi ile sultanın nâibine vekâlet eden Dimaşk valisine Nâibul-Gayb denirdi. Suriye Eyyubilerinde Dimaşk, Halep, Trablusşam, Hama, Saf'âd ve el-Kerek olmak üzere altı nâiblik vardı. VIII. asrın sonlarında da Mısır, İskenderiye, Aşağı Mısır ve Yukarı Mısır olmak üzere üç nâibliğe bölünmüştür.
Sadece nâib ünvanı, valilerin emrindeki kale kumandanları ile daha aşağı rütbedeki kumandanlara verilirdi. Delhi sultanlığında nâib, sultana vekâlet eden en kuvvetli vezir demekti.
En yaygın manasıyla nâib tabiri, hakim yardımcısı veya kadı vekili anlamına gelir. Arapçada bu tabirden genel olarak mebus anlaşılır. Ayrıca en-Nâibul-Umumi de, Müdde-i Umumî (savcı) demektir.
Nâib, Osmanlıların daha çok ilmiye teşkilâtında kullanılan bir isimdir. Mevâlî adı verilen büyük kadılar, bazen görevlerinin bütününü, bazen de bir kısmını, kadılık niteliklerine sahip birini vekil tayin ederek yaptırırlardı. Kanunî sürelerini tamamlayan yüksek derecede ilmiye sınıfına mensup kişilere veya vazifede bulunan bir müderrise, herhangi bir kaza "arpalık" adı altında verilirdi. Bu gibi durumlarda arpalık sahipleri, kendilerine verilen kazalara gitmeyip yerlerine bir nâib gönderirlerdi. Nâibler genelde beş kısma ayrılmaktaydı:
1. Mevâlî ve kadıların yerine giden kaza nâibleri, 2. Birinci ve ikinci derecedeki kadılar adına hâkimlik eden ve hizmetini onun dâiresinde yerine getiren bab nâibleri, 3. Mevâlîye vekâlet eden, yani onun bulunmadığı yerde kendisini temsil edenler, 4. Kadılara vekâlet edenler, 5. Birinci derecedeki mevâlî ve müderrislerin arpalıklarına gönderilen nâibler.
Öte yandan nâib tâbiri, nâiblerin Anadolu ve Rumeli kadıaskerlerinin niyâbetini (vekilliğini) yapmalarından dolayı da kullanılıyordu. Gerçekte Rumeli vilâyetlerinin kadısı "Rumeli kadıaskeri", Anadolu vilayetlerinin kadısı ise "Anadolu kadıaskeri" idi. Kadıaskerler İstanbul'da oturur, taşraya kendilerine vekâlet suretiyle kadılık etmek üzere birer vekil gönderirlerdi. İşte bu vekiller "nâib" adını almıştı. Ayrıca mahkemeler tarafından bir iş için görevlendirilen bilirkişilerin çalışmalarına nezâret etmek üzere seçilen mahkeme görevlisine de bu ad verilirdi. Nâibler gördükleri davalardan kadılar gibi harç alırlar ve bu harçlardan kadıaskerlere de hisse verirlerdi (M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü İstanbul 1983, II, 644).
XVI. asır sonlarında yürürlükteki kanuna göre nâiblerin yaptıkları işlerden aldıkları ücretleri, diğer görevlilerle birlikte şöyle idi: "Sicil resmi"nden altısı kadı'nın, biri nâib ve biri kâtibin olmak üzere sekiz akçe; "hüccet resmi"nin yirmisi kadı'nın, dördü nâibin ve ikisi kâtibin olmak üzere yirmi altı akçe; "mürâsele resmi"nden beşi kadı'nın, ikisi nâib ve biri kâtibin olmak üzere sekiz akçe ve "mukataa resmi"nden onu kadı'nın, üçü nâib ve biri kâtibin olmak üzere ondört akçe ve "âbik (köle) resmi" nden onu kadı'nın, üçü nâibin ve biri kâtibin olmak üzere on dört akçe; "boşanma resmi"nden ellisi kadı'nın, onu nâibin ve altısı kâtibin olmak üzere altmış altı akçe; "sicil sureti resmi"nden on biri kadı"nın, ikisi nâibin ve biri kâtibin olmak üzere on dört akçe alınıyordu (İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı, Ankara 1984, s. 85).
İlk dönemlerde değerli ve namuslu kişilerden seçilen nâiblerin yerine sonraları, özellikle çöküş devirlerinde, aralarında yine değerli ve namusluları bulunmakla beraber cahillerin de seçilmeye ve bu yüzden de hakların kaybolmaya başladığı görülmektedir (Pakalın, a.g.e., II, 644-645. Ayrıca "Niyâbet" maddesine bakınız).
Mefail HIZLI