İSLAM ANSİKLOPEDİSİ



ZÂHİR

Ortaya çıkan, bir şeyin üstüne çıkan, üstün gelen, galip gelen. Bir fıkıh usûlu terimi olarak zâhir bir lâfız çeşidi olup şöyle tarif edilir: Anlaşılması için dış bir karineye muhtaç olmayacak şekilde bu anlama açık olarak delâlet eden, fakat te'vîl ve tahsîs ihtimaline açık bulunan ve kendisinden çıkarılan sözün asıl sevk sebebi olmayan lafza "zâhir" denir.

İslâm Hukuk usûlünde lafızlar manaya delâletin açıklığı ve kapalılığı bakımından ikiye ayrılır. Mânâya delâleti açık olan lafızlarda, kasdedilen mananın anlaşılması için bir açıklamaya veya dış karineye ihtiyaç duyulmaz. Bunlar açıklık ve delâlet kuvvetine göre açıktan daha açığa doğru; a) Zâhir, b) Nass, c) Müfesser, d) Muhkem olmak üzere dörde ayrılır.

Mânâyı delâlet kapalı olan lafızlarda ise kasdedilen mananın anlaşılması için, bir açıklamaya veya dış karîneye ihtiyaç duyulur. Bunlar da dört tane olup; a- Hafî, b- Müşkil, c- Mücmel, d- Müteşabih adlarını alırlar.

Anlamı açık olan zâhir lafız, delâlet kuvveti bakımından en aşağı derecede bulunur. Çünkü sözcüğün anlamı sözlük bakımından kolaylıkla terceme edilip anlaşılmakla birlikte, sözcük bu anlaşılan anlam veya ondan çıkarılan hükmü, bildirmek için gelmemiştir. Bir lafzın böyle sevkedilmediği manaya delâleti, lafzî bir delâlettir. Çünkü onunla birinci derecede bu anlam kasdedilmemiştir.

Meselâ; "Faiz (ribâ) yiyenler, kıyamet günü ancak şeytan çarpmış gibi kalkarlar. Bu, onların; "alış-veriş de ribâ gibidir" demelerinden ötürüdür. Oysa Allah alış-verişi helâl, ribâyı haram kılmıştır" (el-Bakara, 2/275) âyeti faiz ile alış-verişin aynı şeyler olmadığını ve aralarında fark bulunduğunu bildirmek için inmiştir. Çünkü müşrikler "alış-veriş de ribâ gibidir" diyerek bu iki muameleyi eşit sayıyorlardı. Âyette; ayrıca Âllah alış-verişi helal kıldı, ribâyı ise haram kıldı"buyurulması dış bir karîneye ihtiyaç duyulmayacak şekilde açık helal ve haram hükmü bildirmektedir. Ancak âyet bu helallığı ve haramlığı bildirmek üzere inmediğinden, dolaylı olarak zikredilen bu hüküm "zâhir" anlamdır.

Başka bir örnek evlilikle ilgili olarak şu âyette görülür: "Eğer velisi bulunduğumuz yetim kızlar için (kendileriyle evlenince) haksızlık yapmaktan korkarsanız, (onlarla değil) hoşunuza giden (diğer) kadınlardan iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz. Şâyet aralarında adaletsizlik yapmaktan korkarsanız bir tane yeter" (en-Nisâ, 4/3). Bu âyetin lafzı yetim kızlara adaletli muâmele edilmesini bildirmek için sevk edilmiştir. Fakat bu âyet zâhir anlamıyla iki, üç ve dörde kadar evlenmenin adaletli davranamama korkusu bulunursa, tek kadınla evlenmekle yetinmenin mübah olduğuna delâlet etmektedir.

Kısas âyeti de zahire örnek verilebilir: "Biz orada (Tevrat'da) şöyle yazdık; cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralar için kısas gerekir" (el-Mâide, 5/45). Bu âyet, Tevrat'ın hükümlerini terkeden yahudilerin kusurunu yüzüne vurmak için inmiştir. Fakat aynı zamanda zâhir anlamıyla, Kur'ân'da da kısasın emredildiğini ifade etmektedir. Çünkü Kur'ân, bunların Allah'ın hükmü olduğunu belirtmekte ve âyetin sonu şu şekilde bitmektedir:

"Kim bu hakkını bağışlarsa, bu onun için bir keffârettir. Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir" (el-Mâide, 5/45).

Zâhirin hükmü: Aksine delil bulunmadıkça lafızdan çıkan açık anlama göre amel etmek gerekir. Çünkü aslolan, lafzın zahir bir anlam taşıması halinde başka bir delil bulunmadıkça onun bu anlam dışına çekilmemesidir. Eğer zahir "âmm (genel nitelikli)" bir lafız ise bu genel anlamı üzere bırakılması gerekir. Tahsise delâlet eden bir delil bulunmadıkça, hükmü bazı fertleri ile sınırlandırılamaz. Şayet mutlak bir lafız ise, ıtlakı üzere bırakılması gerekir. Bir delil olmadıkça anlamda sınırlama yapılamaz. Eğer "hâs (özel nitelikli)" bir lafız ise, hangi anlamı ifade etmek üzere konulmuşsa, o anlamın kastedildiğine hükmetmek gerekir. O yönde bir delil bulunmadıkça, bununla mecaz bir anlamın kasdedildiğine hükmedilemez. Bu duruma göre "zâhir" lafız, açıkça ifade ettiği yükümlülük bildiren hükme delâlet etmekle birlikte, "tahsîs" "te'vîl" veya "nesh"e de ihtimali bulunur. Ancak zâhirin anlamına böyle bir sınırlama getirebilmek için başka bir delil olmalıdır (Fethî ed-Düreynî, Usülü't-Teşrîi'l-İslâmî ve Menâhicü'l-İctihad bi'r-Re y, Dimaşk, 1396-1397/1976-1977, 75 vd.; Muhammed Ebû Zehra, Usûlü'l-Fıkh, Kahire, t.y., 119, 120; Zekiyüddin Şa'ban, Usülü'l-Fıkh, terceme: İbrahim Kâfi Dönmez, Ankara 1990, 313 vd).

Hamdi DÖNDÜREN